Fethedilen Bölgelerde Toplumsal ve Kültürel Değişimler
Fethedilen Bölgelerde Toplumsal ve Kültürel Değişimler : Osmanlı Devleti’nin fethettiği bölgelerde birtakım toplumsal ve kültürel değişimler yaşandı. Osmanlılar, ilk olarak fethedilen ve nüfusça az oldukları bölgelere yönelik iskan politikası uyguladılar. Özellikle Balkanlara, Anadolu’dan yörük ve Türkmenleri getirip yerleştirdiler. Yapılan göçler sonucunda Balkanlarda Türk nüfusu arttı ve Türk İslam kültürü yayıldı.
Fethedilen Yerlerde İslam Kültürünün Etkisi
Bunun dışında Osmanlı Devleti, fethedilen bölgelerde adaletli bir politika izledi. Osmanlı hakimiyeti ile birlikte bölgede güvenlik sağlandı, yerli halktan angarya kalktı, ağır vergiler azaltıldı. Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda sağladığı bu asayiş ve güven ortamı sayesinde ekonomik ve sosyal hayat kısa sürede canlandı. Balkanlar tarihin hiçbir döneminde Osmanlılarda olduğu kadar huzur ve güven içerisinde olmadı. Bu sayede Balkanlarda, Arnavut, Bosna, Hersek, Kosova gibi bölgelerde gayrimüslim köylüler arasında İslamlaşma hareketi hızla arttı.
İlginizi Çekebilir : Anadolunun İslamlaşması
Osmanlı fetihleri sonucu birçok bölgede özellikle Balkanlarda yoğun bir imar faaliyetine girişildi. Mevcut şehirler yeni bir anlayışla imar edildi. Yeni şehirler ve yerleşim yerleri kuruldu. İmar faaliyetleri ile başlangıçta, bir cami ve onun etrafında kümelenen kültürel, sosyal ve iktisadi kuruluşların oluşturduğu külliyeler kuruldu. Külliyeler mahalleleri, mahalleler de şehirleri meydana getirdi. Bu şehir merkezlerinde, cami mescit, tekke zaviye ve türbe gibi dini; han, bedesten, kervansaray ve çarşı gibi ticari; imaret, hamam, köprü, su kemeri, çeşme ve saat kulesi gibi sosyal; mektep, medrese ve kütüphane gibi eğitim; kale, hisar, kuleocak, burç ve tabyalar gibi askeri yapılar inşa etmek suretiyle, Türk şehir dokusu anlayışı bölgede etkin hale geldi.
Bu suretle bölgeye yeni bir yaşama tarzı, hayat ve medeniyet getirildi. Öyle ki Yunanistan’da, Bulgaristan’da, Kosova’da, Bosna’da, Arnavutluk’ta, Türk şehir dokusunun, günümüze kadar gelebildiğini kısmen de olsa görmek mümkündür. Bu bölgelerdeki Osmanlı yapıları, Anadolu’da Bursa, Edirne, Amasya, İznik ve Manisa gibi şehirlerdeki anıtsal yapılarla benzer özelliklere sahiptir.
Balkanlar’da Anadolu Kültürü
Osmanlı ve Balkan halkları yüzyıllar boyunca birlikte yaşadılar. Osmanlılar, fetihler neticesinde Orta Asya ve Anadolu kültürünü Balkanlara taşıdılar. Osmanlı Devleti’nin, Balkanlarda hakimiyet kurmasıyla birlikte, Türkler doğal olarak Balkanlardaki yerli topluluklardan etkilendiler. Ancak Osmanlıların yönetici kesim olmalarından dolayı Türk İslam kültürünün Balkanlardaki etkileri daha büyük oldu. Nitekim bölgede Türkçe, yer adı olarak kullanıldığı gibi toplumsal hayatta da kullanıldı. Anadolu’dan Balkanlara gelen birçok açık sazını ve bağlı bulunduğu açıklık geleneğini buralara yaydı. Açıklık geleneği Balkan kültürüyle yeniden yapılandı. Balkan ezgileri arasında birçok türkü, mani vs. Türkçe yazılıp söylendi. Yine çeşitli tarikatlara bağlı dervişler, şeyhler Balkanlara gelerek tekke, zaviye ve medrese kurdu. Medreselerde, tekkelerde yetişenler; Balkan divan edebiyatının ve Balkan Türk tekke edebiyatının temellerini attı.
Türk İslam kültürünün yayılması toplum hayatında önemli gelişmeleri de beraberinde getirdi. Balkan halklarının başta giyim, yemek, eğlence gibi gelenek ve göreneklerinde önemli değişimler oldu. O dönemin seyyahlarının verdikleri bilgilere göre, Balkan kentlerinde hatta Hristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde bile günlük yaşamda Türk halklarının karakterinin etkin olduğunu belirtirler. Örneğin Selanik, Belgrad, Sofya gibi Balkan şehirlerinde birçok kadın çarşaf giyiyordu ve pek çok kilisede kadın ve erkekleri ayıran tahta parmaklıklar vardı.
Şehir ve Mahallerde Çok Kültürlü Sosyal Hayat
Osmanlı şehirlerinde birçok etnik grup yaşardı. Şehirlerde, gayrimüslimler bazen bir mahallede toplanmış bazen de Müslüman mahallelere dağılmıştı. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nde şehir ve mahallelerde çok kültürlü sosyal hayat vardı. Osmanlı şehir ve mahallelerinde, Müslüman ve gayrimüslimler arasında komşuluk münasebeti oldukça güçlüydü. Mahalle sakinleri arasında akrabalık derecesinde dayanışma vardı. Herkes birbirinin komşuluk hukukuna saygı gösterirdi. Şehir ve mahallelerde, Müslüman nüfus hakim olmasına rağmen her dinin, inanç, örf, adet, kılık kıyafet gibi temel hak ve özgürlüklerine karşı tam bir serbestlik söz konusuydu. Aynı mahallede cami, kilise ve havrada insanlar dini vecibelerini rahatça yerine getirirlerdi.
Osmanlı Devleti’nde, başta başkent İstanbul olmak üzere diğer şehirler (Bursa, Edirne, Selanik vs.) genelde kalabalık bir nüfusa sahipti. Bunda şehirlerde sağlanan güven ortamı yanında, şehirlerin sosyal ve ekonomik yönden gelişmiş olması önemli bir etkendi. Osmanlı şehirlerinde insanlar genel olarak ticaret, esnaflık ve zanaatla uğraşırdı . İş hayatı genelde sabah namazı sonrası başlar, akçam ezanı ile sona ererdi. Öğle yemeklerini başhane, işkembeci ya da muhallebicide yerlerdi.
Osmanlı’da Giyim Kuşam
Osmanlı Devleti, halkın giyim ve kuşamına önem verirdi. Bunun sebebi; rütbeye, statüye, mesleğe ve dini inanca göre farklı kıyafetler giyilmesi suretiyle kıyafet konusunda belli bir düzen sağlamaktı. Zaman zaman bu konuyla ilgili kanun ve fermanlar bile hazırlardı. Örneğin, İstanbul halkının önemli gün ve şenliklerde herkesin kendi sınıfına tahsis edilen kıyafetle dolaşması talep edilmişti.
Osmanlı Devleti’nde, erkek kıyafetleri genelde çakşır (şalvar), gömlek, entari, dolama, kaftan, kürk ve başlıktan oluşurdu. Kadın erkek kıyafetleri genelde ana hatlarıyla aynı olup kullanılan aksesuar, kesim şekli ve başlıkları ile birbirlerinden ayırt edilirdi. Kadınların giyim ve kuşamlarının en önemli ögeleri ise şalvar, bürüncük gömlek, entari, dolama, hırka, kaftan, gömlek, kürk ve dışarıda giydikleri ferace, peçe ve yaşmak idi. Şalvar, ferace ve kaftan kadın erkek giyiminin önemli bir unsuru idi. Osmanlı toplumunda Müslümanlar genelde sarı, ulema mavi ayakkabı giyerken, askerlerin bazıları ise kırmızı renk çizme giyerlerdi. Bunun yanında erkekler; sosyal, ekonomik, kültürel, mesleki ve dini statülerine göre “kavuk” denilen başlıklar giyerlerdi. Kavukların en bilinenleri horasani, selimi, kalafat, örfi, kafesi, mücevveze, katibi ve kallavi idi. Kadınlar ise serpuş denilen külaha benzer başlıklar giyerlerdi.
Osmanlı Devleti’nde padişahın sefere çıkması, bir zaferden dönmesi, padişahın tahta çıkması, önemli yabancı elçilerin karşılanması, dini bayramlar, padişah kızlarının veya kız kardeşlerinin nişanları ve evlenme törenleri, şehzadelerin sünnet düğünleri, padişah çocuklarının doğumu vb. Çeşitli vesilelerle şenlikler yapılır, panayırlar kurulurdu. Bu şenlikler içerisinde en görkemlileri şehzadelerin sünnet törenleriydi.
Osmanlı’da Dini ve Sosyal Hayat
Osmanlı Devleti’nde, “On Bir Ayın Sultanı” diye adlandırılan ramazan ayı oldukça hareketli geçerdi. Ramazan ayının gelişi büyük bir heyecanla karşılanır, hem halk hem de padişah bu ayın bereketinden mahrum kalmak istemezdi. Ramazan öncesinde hazırlıklar başlardı. Camiler temizlenir; mektep ve medreseler tatil edilirdi. Mesai saatleri oruca göre ayarlanırdı.
Toplumsal dayanışma ve kaynaşmanın en yoğun yaşandığı ramazan ayında, varlıklı zengin kimseler farklı yerlerdeki esnaf dükkanlarına girer ve zimem (borç) defterini isterlerdi. Defterin baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfalarını açar ve “Silin borçlarını, Allah kabul etsin.” der ve borçları ödeyip giderdi. Ne borcu ödenen kimin ödediğini ne de borcu ödeyen kimi borçtan kurtardığını bilirdi. Bu ayda, başta padişah olmak üzere, Devlet adamları ve hali vakti yerinde olanlar iftarlar verirdi. Davet edilen misafirlerin yanında fakir halk için de sofralar hazırlanır ve çat kapı gelen misafirler geri çevrilmezdi. Misafirler iftarlarını yapıp gitmeye hazırlandığında ev sahibi tarafından kadife keseler içinde; gümüş tabaklar, tespihler, gümüş yüzükler hediye edilirdi. Bunların dışında insanların toplandığı yerler olan meydanlarda özel hazırlıklar yapılırdı. Meydanlar kazanlarla donatılır, uzun yer sofraları kurularak toplu yemekler verilirdi.
Ramazan ayı içerisinde, şehir ve mahallelerde çeşitli etkinlikler düzenlenirdi. İftar sonrası başlayan etkinlikler sahura kadar sürerdi. Bu etkinliklerde esnaf gösterileri, çeşitli cambazlık hünerleri, kukla, karagöz, meddah, orta oyunları oynanır; cirit, güreş, okçuluk, binicilik yarışmaları yapılır geceleri etrafa ışık saçan binlerce fişek atılır; minarelere mahyalar asılır; renkli kandiller ve meşalelerle donatılmış sallar üstüne saz takımları, deniz üzerinde fişekler yanarak dolaşır; meydanlardan fener alayları geçerdi. Sahurun habercisi olan ramazan davulcuları ise halka sahur vaktini haber vermek ve bahşiş toplayabilmek için maniler eşliğinde davul çalarlardı.
Ramazan eğlenceleri Kadir Gecesi’nde sona erer ve Ramazan Bayramı hazırlıkları başlardı. Kadir Gecesi’nde Sakal-ı Şerif ziyaret edilirdi. Topkapı Sarayı’nda kadir alayı tertip edilirdi. O gece Padişah namazını dışarıdaki camilerde kıldığı için bu alay düzenlenirdi.
Osmanlı Mutfağının Özellikleri
Osmanlı Devleti’nde mutfak, aile yaşamının ve kültürünün en önemli kurumu niteliğinde idi. Şehirlerde bostan ve meyve bahçeleri iç içeydi. Ekmekler genelde evde ve şehir merkezlerindeki çeşitli fırınlarda pişirilirdi. Turşu, erişte, kavurma, reçel gibi gıda maddeleri de evde hazırlanırdı. Osmanlı Devleti’nde düzenlenen panayır ve şenlikler aynı zamanda yemek kültüründeki çeşitliliği de gözler önüne sererdi. Genelde şölen niteliğindeki yemeklerde; tavuk, ekşili tavuk, güvercin, piliç, ekşili piliç, börek, bohça (poğaça), tatamaç (mantı benzeri bir yemek), ıspanak böreği, çorba, katı çorbası, kefal çorbası, baklava, çeşitli dolmalar, kebaplar, ekşi açı, muhallebi, pilav, tavuklu pilav, kıymalı sade ve ballı börekler, bulgur pilavı, zerde, yahni, Paşa, kabak tatlısı, aşure, turşu, çörek, gözleme, girde (açılmış yufka) nukul (bir çeşit tatlı), tarhana çorbası, simit, erişte ördek, kuzu kebabı, tavuklu börek, aşure, çeşitli soğuk şerbet ve hoşaflar sofralarda yer alırdı.
Osmanlı’da Bozahane ve Kahvehane Kültürü
Osmanlı Devleti’nde, erkekler genelde bozahane ve kıraathane / kahvehanelerde vakit geçirirlerdi. Bir halk içeceği olan boza mısırdan üretilirdi. Özellikle gençlerin bir araya gelip eğlenceler düzenlediği; kebap yediği bozahaneler başta İstanbul ve Edirne’de olmak üzere oldukça yaygındı.
16.Yüzyıldan itibaren, Türk insanının yaşamına giren kahve ve kahvehaneler ise çok geniş bir kültürel birikim oluşmasına ortam hazırladı. Osmanlı toplumunda bir içecek adı olarak bilinen kahve, kahvehane kelimesi yerine de kullanılırdı. Yine, kahvehanelerle benzer fonksiyonlar gösteren kıraathaneler genel olarak kahvehane anlamında kullanılırdı. Kıraathane, kahvehaneden daha sonra ortaya çıkan bir kavramdır ve isminin kıraathane olması bu mekanların “okuma salonu” olarak kullanılmasıyla bağlantılıdır.
Kahvehaneler, toplumsal paylaşımın gerçekleştiği ve geçmişin yad edildiği kültürel mekanlar olarak Osmanlı toplum yaşamında önemli bir yere sahipti. Nitekim eğitim, ticaret ve sanat üzerine fikir alışverişinin yapıldığı, meddahların konuşma, saz şairlerinin saz çalma ve söyleme yerleri kahvehaneler idi. Bunun dışında kahvehaneler; insanların haberleşme merkezi, meslek gruplarının toplanma yeri konumunda olması itibarıyla önemli bir yere sahipti.