Felsefe

Kartezyen Felsefe | Descartes’in Hayatı ve Felsefesi 

(Fransız filozof René Descartes’ın Latince ismi Cartesius’tur) Kartezyen Felsefesi demek diğer bir adı ile Rene Descartes Felsefesi demektir.

Rene Descartes bir 17. Yüzyıl Fransız filozofudur. Özellikle “Düşünüyorum o halde varım” sözü ile tanınır. Fakat dikkat çekmesinin başka nedenleri de vardır, onu farklı kılan bir rasyonalist olmasıdır. Argümanlarını hala tanrı dayanağıyla temellendiren filozofların çağında Descartes’in insan mantığından daha fazla güvendiği hiçbir şey yoktu. “Aklın Yönetimi için Kurallar” eserinde şöyle tanımlamaktadır;

Ruhumuzun gerçek zenginliklerine açıklığa kavuşturmayı amaçlıyorum. Böylece her birinize kimseden yardım almaksızın kendi içimizde yaşamımızı yönetmek için gerekli tüm bilgiye nasıl ulaşacağımızın yöntemini göstereceğim.” Descartes’in tanımlar, makul argümanlar ve açık düşüncelerle yönlendirilen iç gözlem gücünün yapabileceklerine büyük bir inancı vardı.

Dünya’da doğru gitmeyen şeylerin bir çoğunun aklımızı yanlış kullanmamızdan; kafa karışıklığı, kötü tanımlamalar ve bilinç dışı mantıksızlıklardan kaynaklandığına inanır. Yaşamı akıllarımızı düşünme görevine daha hazırlıklı hale getirmek için bir girişimdi. Önemli soruları çözmek için Descartes büyük problemleri anlaşılabilir küçük parçalara sorular sormak yoluyla ayırmayı önermiştir.

O buna ‘Şüpheler Metotu‘ diyordu. “Yaşamın anlamı nedir?” ya da “Aşk nedir?” gibi sorular hep kafamızı karıştırır, çünkü bu büyük soruları parçalara ayırmak konusunda yeterince dikkatli değiliz. “Şüpheler Metotu” içi elma dolu bir varil olarak tanımlanmıştır; içinde hem iyi elmalar vardır, hem de kötü. Bir filozof olmak tüm varili, her bir elmayı teker teker inceleyerek tüm kötü durumdakileri ayırarak yalnız en iyi kalitede olanların kalmasını sağlamayı sorumlulukla yerine getirmektir.

Descartes hakkında düşünmek için bir diğer yol da, ki bu Fransız Devrimi’nin liderleri için bir kahramana dönüşmesini de açıklar, tüm fikirlerimizi otorite ve gelenekten ziyade kişisel deneyimler ve kendi mantığımızla temellendirmeye inanmaktadır.

“Metot Üzerine Konuşmalar” Konusu

1637’de yayımlanan “Metot Üzerine Konuşmalar” eserinde, bu eseri nasıl yazmaya karar verdiğini açıklar; “ … bilimsel araştırmaları tümüyle bıraktım, kendimde ya da Dünyanın koca kitabında bulunabilecek olandan daha başka bir bilim aramamaya karar vererek gençliğimin geri kalanını yolculuk yaparak, sarayları ve orduları görerek çeşitli mizaç ve koşullarda insanlarla görüşerek, çeşitli deneyimler kazanarak, yazgının bana sunduğu rastlantılarda kendi kendimi sınayarak ve her yerde kendini sunan şeyler üzerine onlardan bazı yararlı sonuçlar çıkarabilmek için düşünerek geçirdim.” Yetişkin yaşamının çoğunu Fransa’nın dışında Flemenk Cumhuriyeti’nde geçirdi, tümüyle akıl dışı olmayan, Flemenklerin para kazanmakla çok ilgili oldukları için özgür düşünme insanı olan kendisi gibi biriyle uğraşmayacakları düşüncesindeydi.

Fakat Flemenklerin onun düşündüğünden biraz daha az materyalist oldukları ortaya çıktı ve filozof casusları ve devlet ajanlarından kaçarken kendini 24 farklı yer değiştirmiş olarak buldu. Descartes’in felsfeye olan öznel yaklaşımı “ Cogito ergo sum” ifadesine ulaştığında zirveyi buldu. Yani “Düşünüyorum, o halde varım” Bu söz ilk Fransızca olarak “Metot Üzerine Konuşmalar” eserinde ortaya çıktı; “ Je pense donc je suis.” daha sonra da Latince olarak 1644’de yayımlanan Felsefenin Prensipleri eserinde. Bu Descartes’in filozofların akıl almaz bir şekilde ilgilendikleri bir soruya verdiği son cevaptı

  • Soru: Kişi, herhangi bir şeyin, kendisi dahil rüya ya da bir fantezi olmadığını, gerçekten var olduğunu nasıl bilebilir?
  • Cevap: Her şeyin rüya olup olmadığı sorusuna cevabı için olan arayışına insan duyularının fazlaca güvenilmez olduğundan başlamıştır. Örneğin sabahlığıyla bir ateşin yanında odasında oturuyor mu yoksa yalnızca böyle bir şeyi hayal mi ettiğini bilemeyeceğini söyler. Fakat emin olabileceği tek bir şey vardır. Düşünüyor olduğuna kesinlikle güvenebilirdi. Varlığı totolojik bir hileyle tanımlanabilirdi. Var olup olmadığını sorgulamayı eğer var olmasaydı gerçekleştiremezdi bu nedenle düşünmesi, onun varlığının temel bir göstergesiydi ya da deyişe dönecek olursak “Düşünüyorum, o halde varım” Bu derin bir kavrayış gibi görünmüyor olabilir fakat Descartes bunu epistemolojik olarak dengeli olmayan bir Dünya’da Arşimedyan bir nokta olarak kabul etmektedir. Bu kesinliğin güvenceye alınmasıyla Descartes aklının diğer benzeri bir şekilde yanlışlanamaz hakikatler arayışına çıkabileceğine inanır.

“Düşünüyorum, o halde varım” Fikri Nasıl Ortaya Çıktı?

Descartes’in çalışmalarının bir ilgi çekici yanı da felsefi pasajlarla birlikte kişisel detaylara da yer vermesidir. Örneğin devrim niteliğindeki fikrinin 1619 Hollanda’nın soğuğundan kaçmak için girdiği bir sobanın içinde tüm gününü derin derin düşünerek geçirdiğinde aklına geldiğini söyler. Descartes’in tasviri, öznel felsefeye yerinde bir örnektir, en derin sorunları bile kişi kendi içine dönerek çözme arayışındadır. Bireylerden oluşan gruplar ya da günümüz üniversitelerinde olduğu gibi nesiller yoluyla aktarılan fikirler konusunda Descartes oldukça şüphe vericiydi.

Filozofların pahalı aletler kullanan bilimciler gibi, anlaşılmaz terminolojiye ve devasa veri havuzlarına ihtiyaçları yoktur, sessiz bir oda ve mantıklı bir akla ihtiyaçları vardır. Descartes bir keresinde sabah 11’de evine gelen ve onu yatakta bulunca şaşıran arkadaşlarıyla dalga geçtiğini anlatır. ” Ne yapıyorsun?” diye şüpheci bir şekilde sorduklarında “Düşünüyorum” diye cevap verdiğini söyler. Arkadaşları şaşkına döner, buna karşın Descartes, anlamsız, pratik görevleri yatakta güzel ve katıksız bir şekilde düşünmeye tercih ettikleri için onları eleştirir. Descartes, 1964’de diğer bir büyük eserini yazmayı bitirir: “”Ruhun Tutkuları“”.

Descartes “”Ruhun Tutkuları”” Eserinin Ortaya Çıkışı

Bu eser, hevesli bir amatör filozof olan ve çalkantılı bir ruha sahip Bohemyali prenses Elizabeth ‘le aralarında ki 6 yıllık mektuplaşmanın bir sonucudur.

Elizabeth, Descartes’e yazarak tutkular hakkında yazması konusunda yalvarmaktaydı, bu şekilde onları anlayacak ve onları kontrol edebilecekti. Descartes Antik filozofların tutkuları inceleme konusunda zayıf işler çıkarttığını ve normal ve sıradışı insanlar için konuya farklı bir bakış açısının iyi olacağını düşünerek yazmaya karar verdi. Bu nedenle “Ruhun Tutkuları” eserini şu karakteristik cümleyle açtı; “Bu konu üzerine sanki daha önce hiç ele alınmamış gibi düşünerek yazmak yükümlülüğündeyim.

Bu çalışması neredeyse kişinin hissedebileceği tüm tutkuların sınıflandırılmasıyla birlikte nedenleri, sonuçları ve işleyişlerini içermektedir. Bu eserini ” Ahlakın Disiplini” isimli tutkularımızı nasıl kontrol edebileceğimiz ve erdemli bir yaşama sahip olabileceğimizi anlatan bir eder takip eder. Desartes 6 temel tutkuyu sıralar; Merak, Aşk, Nefret, Arzu, Sevinç, Üzüntü. Ona göre bunların bir araya gelmesinden oluşan sınırsız sayıda özgün duygu ortaya çıkar. Descartes, Antik Stoacı filozofların önerdiği gibi tüm bunları yok etmemiz gerektiğini söylemez, bunun yerine kişi bunları kendisinde tanımlamayı ve kendisinin davranışlarındaki etkilerini anlamayı önerir.

Günümüzde yaşasaydı, psikoterapiyle ilgili olacağı kesin. Filozof olmanın temel görevinin tutkularını anlamak ve bu şekilde onları kontrol altında tutmak konusunda insanlara yardım etmek olarak görmekteydi. Bu da daha az kaygı, statü hırsı, korku duymak ya da uygun olmayan insnlara bağlanmamak demekti. Psikolojik olarak ne kadar ilerleme kaydedebileceğimiz konusunda oldukça iyimserdi. En zayıf ruhlu olanlarımız bile eğer yeterince çalışırlarsa ve yönlendirilirlerse tutkuları üzerinde kesin bir ustalık kazanabilirlerdi.

Descartes’in psikolojik ve felsefi işleri onun çok daha nüfuzlu hayranlara sahip olmasını sağladı. 1646’da İsveç’in Kraliçesi Chritine, kendi aklında ki durumları anlamakla ilgilenmeye başladı ve Descartes ile yazışmaya başladı. Filozofu İsveç’e taşınma konusunda ikna ederek felsefi eğitimini Descartes’ten almaya başladı. Kraliçe yalnızca sabah 5’te ders için vakit ayırabildiği için erken çalışma saatleri ve soğuk hava onun kısa süre sonra hasta olmasına neden oldu. 1650’de zatürreden dolayı hayatını kaybettiğinde 53 yaşındaydı.

Kişinin Descartes’i “Düşünüyorum, o halde varım” sözüyle hatırlaması sanılabileceği gibi o kadar da yüzeysel değildir. Bu cümle onunla ve genel olarak felsefenin göreviyle ilgili çok önemli bir noktayı içinde barındırmaktadır. Duygusal çalkantıları, ön yargılar ve gelenekler üzerine bağımsız, mantıkla kurulmuş bir varoluş görüşüne sahip olmak için çalışmaya bağlılığı belirtir.

Kartezyen Felsefe ile İlgili Sorular

Kartezyen Felsefe nedir? Kısaca

Kartezyen felsefe; “yalnızca akla dayalı olan bilgiler önemlidir ve yalnızca akla dayalı olan bilgiye karşı bir şüphe beslenebilir.” düşüncesidir.

Kartezyen Felsefe ne demek?

Kartezyen felsefe; “yalnızca akla dayalı olan bilgiler önemlidir ve yalnızca akla dayalı olan bilgiye karşı bir şüphe beslenebilir.” düşüncesidir.

Kartezyen Felsefe özellikleri maddeler halinde.

Kartezyen felsefe adındaki bu düşünce sisteminde; İnsanlar bu yöntem ile  hayatlarında bilgi birikimi yapabilirler . Duyu yoluyla elde edilen veya daha önce bilinen tüm bilgilere şüpheli bakarak doğruluğunu teyit etmek gerekir.

Kartezyen Felsefesi kime ait?

Ünlü düşünür, filozof “Descartes” tarafından ortaya atılan bir düşünce sistemidir.

Kartezyen Felsefe Kurucusu Kimdir?

Ünlü düşünür, filozof “Descartes” tarafından ortaya atılan bir düşünce sistemidir. Descartes tarafından kurulmuş

Kartezyen Felsefe neyi savunur?

Dünya’da doğru gitmeyen şeylerin bir çoğunun aklımızı yanlış kullanmamızdan; kafa karışıklığı, kötü tanımlamalar ve bilinç dışı mantıksızlıklardan kaynaklandığına inanır. Yaşamı akıllarımızı düşünme görevine daha hazırlıklı hale getirmek için bir girişimdi. Önemli soruları çözmek için Descartes büyük problemleri anlaşılabilir küçük parçalara sorular sormak yoluyla ayırmayı önermiştir.

İlgili Konular

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu