Beylikten Devlete Osmanlı Medeniyeti
Beylikten devlete Osmanlı medeniyeti konumuzun içerisinde dönemin ve Osmanlı devletinin tüm medeni yapılaşmasını öğreneceğiz.
Osmanlı devletinin medeni yapılaşması içerisinde İslam dünyasına etkileri, devlet yapısını, eğitim kurumlarını, bu eğitim kurumları ile alakalı bilim insanlarını, kültürün toplumsal hayata etkisini, mimari yapıyı, şehir planlamasını ve el sanatlarını öğreneceğiz.
Süfiler ve Alimlerin Anadolu’nun İslamlaşmasına Etkileri
Anadolu’nun İslamlaşması Türk tarihi açısından oldukça önemlidir. 1071 yılında Anadolu’nun kapılarının Türklere açılması ile Türkler Anadolu’ya akın değil yerleşme amacı ile geldiler. Büyük Selçuklu’nun Türkmenleri Anadoluya yerleştirmesi, bu duruma zemin hazırladı.
Büyük Selçuklulardan beri İslam dünyasını iç sıkıntılardan ve dış tehditlerden korumanın sadece askeri ve siyasi yapılanma ile olmayacağını anlamış, buna tedbir olarak Nizamiye medreselerinde halkı eğitti ve yetiştirdi. Bu uygulama Osmanlı’da da devam ederek süregeldi.
İslamiyet’in kabulü ile başlayan ve 12. Yüzyılda oluşumunu tamamlayan tasavvuf düşüncesi ve bu düşüncenin mirasçıları Anadolu’nun İslamlaşması ve İslamiyet’in yayılmasında çok önemli döller üstlenmiş oldular. Orta Asya’daki Moğol tehdidinden kaçan birçok Türk boyu Anadolu’ya sığınarak bu bölgenin tam bir medeniyet merkezi olmasını sağladı. Hoca Ahmet Yesevi’den Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye Ahi Evran’dan Yunus Emre’ye kadar bir çok alim ve sufi bu bölgede ve bu dönemde yetişmiştir. Bu önemli kişiler öğretileri ile halka yol göstermişlerdir.
Piri Türkistan olarak tanınan Hoca Ahmet Yesevi en büyük eseri olan Divan-ı Hikmet ile İslam ve İslamiyet hakkında söz sahibi oldu. Anadolu’daki İslam medeniyetine dahil olmuş Türk boylarına İslamı ve İslam dinini öğretti. Yetiştirdiği pek çok derviş ile Anadolu’da manevi fetihler gerçekleştirdi ve böylece Anadolu’nun İslamlaşmasında önemli bir rol oynadı.
İnsanların eğitime ve erdemli davranışlara ve bu davranışları kazanmaya, dayanışma duygularına hakim olmaları gerektiğini ilke edindi. Kurduğu Yesevilik tarikatının Anadolu’daki en önemli uygulayıcılarından Hacı Bektaş-ı Veli bu bölgede Zaviye kurarak haklı aydınlattı. Tüm fikirlerini Makalat adlı eserinde bir araya topladı. Ayrıca Balkankara gönderilen Halifeler ile burdaki halkın İslamlaşmasında önemli rol oynadı. Dervişler yollarının üzerindeki coğrafi yerlere eski yerleşim yerlerindeki coğrafi yer isimlerini vererek damga vurdular.
Mevlana Celaleddin-i Rumi Anadolu’da yaşayan Türk-Hristiyan karması yaşayan halka öğretileri ile kucak açmıştır. Bu sebepten ötürü Mevlana vafat ettiğinde Konya’daki cenazesine sadece Müslümanlar değil Hristiyanlar da katılmıştır. Fikirleri ve kucak açan tavırları onun her kesimde insanların saygısına ve sevgisine yol açtı.
Hem Ahiliğin kurucusu ve hem de esnaf ve sanatkârların lideri olan Ahi Evran önemli sufilerdendir. Ahi Evran Kayseri’de Fütüvvet teşkilatından esinlendiği Ahi teşkilatını kurmuştur. Ankara ve Kırşehir yörelerinde toplanan Ahiler, bir süre sonra Anadolu Selçuklu şehirlerine yayıldılar. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna da etki eden Ahilerin lideri Şeyh Edebali’nin kızı ile evlenmiştir. Bursa’nın fethi sırasında Orhan Gazi, Ahi teşkilatı ile irtibatını artırmıştır. Bu açıdan Osmanlı’da hem askeri hem de manevi olarak devlete büyük destekler vermişlerdir.
Ahilik sistemi, dürüstlüğün, sevgi ve dostluğun, yardımlaşmanın, hoş görünün, bilgi ve dayanışmanın sanat ile sentezlenmesidir. Ahilik her kesimden üretimin namuslu ve adaletli olması gerektiğinin sembolüdür. Ali eli açık, cömert, yardımlaşma yanlısı, yalan söylemeyen, dedikodu yapmayan, elini harama uzatmayan olmalıdır.
Yunus Emre, Türkiye Selçuklularının son dönemlerinde yaşamış ve yetişmiş bir sufidir. İnsanlar üzerinde hoş görüsü ile çok etkilidir. Farsça ve Arapçanın hakim olduğu dönemlerde duygularını Türkçe anlatan Yunus Emre, tüm insanlığı kucaklayan sözleri ile tüm kesimler tarafından sevilmiş ve kabul görmüştür.
Yunus Emre’nin iyilik ve dostluğa yönelik öğretileri kendisinin halk arasında Bizim Yusuf olarak tanınmasını sağlamıştır. Halkın Yunus Emre’yi benimseyip sahiplenmesinin bir diğer ispatı da her şehirde ona ait bir mezarın olduğunun söylenmesidir.
Hacı Bayram-ı Veli de Anadolu’nun İslamlaşmasında önemli rol oynayan sufilerdendir. Bilim ve tasavvufu birleştiren sufi, İslam’ı tam anlamak için önce müderris oldu ve pek çok öğrenci yetiştirdi. Ardından da tasavvuf yolunda ilerledi. Önceliği her daim yakınındakilere el sanatlarını ve el emeğini ile geçinmeyi öğretmek oldu. Çalışkanlık onun baş felsefesiydi. Göçebe Türkmenlere yerleşik hayata geçişte yol gösterici oldu. Ayrıca fikir ve görüşleri ile Anadolu İslam birliğinin sağlanmasında da önemli rol oynamıştır.
“İlmi birkonuyu özüne göre düşününüz, öyle karar veriniz, dıştan görüşe bakıp aldanmayınız.”
“Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifşa etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emanettir. Emanere hıyanet ise çirkin bir harekettir.” Demiştir
Bu sözleri ile Hacı Bayram-ı Veli yaşadığı dönem boyunca insanlar arasında birliğin ve dayanışmanın sağlanması için çaba göstermiştir. Yetiştirdiği Eşrefoğlu Rumi gibi öğrencileri Türk İslam dünyasında çok önemli roller üstlenmişlerdir.
Osmanlı’da Devlet İdaresi
Beylikten devlete osmanlı medeniyeti özet anlatımımızın içerisinde devlet idaresi konusu oldukça önem teşkil etmektedir. Devletin sağlam yapısının temellerini öğrenebiliriz. Osmanlıda devlet yönetimi, seyfiye (askeri bürokrasi), ilmiye (eğitim, din ve hukuki bürokrasi) ve kalemiye yani sivil bürokrasi olmak üzere toplam üç bölümden oluşmaktaydı. Bu sınıfların tamamının üyelerinin Müslüman olma zorunluluğu mevcuttu. Bu sınıflar sayesinde Osmanlı yönetimi otoriter bir yönetime ve büyük bir imparatorluğa sahip oldu. Sınıfların görevlerini tek tek anlatarak bu konuyu pekiştirelim.
1-Seyfiye
Askeri sınıfı temsil eden birimdir. Osmanlının temel politikası olan fetih politikasından dolayı bu sınıf devletin başını çekmekteydi ve en güçlü kanadıydı. Bu sınıfın Divan-ı Humayunda temsil edenleri, vezir-i azam, vezirler, kaptanıderya ve yeniçeri ağalarıydı. Bu sınıfın taşra temsilcileri ise beylerbeyleri ve sancak beyleriydi.
2-Kalemiye
Sivil bürokrasiyi temsil eden bu sınıfın görevi gene olarak idare ve mali işlere bakmak şeklindeydi. Yani devletin iç ve dış yazışmaları, hazine ve hazine arazileri ile alakalı kayıtların tutulması gibi işlemler kalemiye sınıfının göreviydi. Ülkeler arasındaki diplomatik yazışmalardan da kalemiye sınıfı sorumluydu..
3-İlmiye
Genel olarak ilim ile uğraşan sınıf anlamındadır. Bu sınıfın mensupları medreselerden iyi bir eğitim alarak divanda ve idari birimlerde görev alabilmekteydiler. Divanda bu sınıfı kazaskerler temsil ederken taşra temsilcileri ise kadılardı. Ayrıca bu sınıfın mensuplarının Müslüman olması zorunluluğu vardı.
İlmiye sınıfı eğitim, bilim ve öğretim alanlarında sorumlu olduğu için Osmanlıda yönetici sınıfının en önemli unsuru olarak kabul edilir. Fatih dönemine kadar vezir-i azamların çoğu ulema kökenliydi. Ulema rolü devlet içinde oldukça önemlidir.
İlmiye sınıfının divandaki temsilci kazasker, divana gelen davaları dinler ve karar verirdi. Şehir ve kasabalarda ise kazasker adına davaları kadılar dinler ve karara bağlarlardı. Kadıların ataması ve görevlendirilmesi, görevlerinin denetlenmesi ise bağlı oldukları kazasker tarafından yapılırdı.
İlmiye sınıfı devlet sınırları içerisinde eğitim ve öğretimin de yerine getirilmesinden, düzenlenmesinden de sorumluydu. Açılacak olan medreseler ve medresede gösterilecek derslerin belirlenmesinden, kadı ve müderrislerin tayinine kadar kazaskerin sorumluluğundadır. İlmiye sınıfı, divanda alınan kadarların İslam’a uygun olup olmadığını belirleyip bu doğrultuda fetva vermekle de grevliydi. Fetva verme yetkisi devlet içinde ilmiye sınıfının başı olan şeyhülislam tarafından kullanılırdı. Padişahlar da kararlarının İslam’a uygun olup olmadığı yönünde şeyhülislam’dan fetva isterlerdir.
Osmanlıda taşra teşkilatında yönetim bitimleri kaza, sancak ve eyalet şeklinde bölümlere ayrılırdı. Kazaların başında kadılar bulunurdu. İlmi ve idari açıdan geniş yetkileri vardı. Devlet idaresinin kadıların aldığı kararlara karışmaması, onların aldığı kararlarda hür olmalarını sağlardı. Kadılar devletin şeri ve örfi kanunlarını yerine getirme, halk arasındaki anlaşmazlıkları mahkemelerde çözme ve tüm devlet görevlerini yetine getirme gibi sorumlulukları vardı.
Tüm kadıların adli işlerin dışında evlilik, boşanmalar, vakıfların kurulması, kişilerin birbirine vekalet vermesi, alım ve satım işlerinin uygun bir şekilde karara bağlanması gibi sorumluluklarda mevcuttu. Kadılar aslında bulundukları ve sorumlu oldukları yerde belediyecilik hizmetlerini yerine getirirdi, çözemediği davaları ve halkın isteklerini/işkayetlerini ise divana iletirdi. Ticari işleride denetleme yetkileri mevcuttu. Kısacası sosyal hayatı kontrol ve düzene sokmakla görevliydiler. Bölgenin vergilerinin sorunsuz bir şekilde toplanarak merkeze iletilmesi de sorumlulukları arasındaydı.
Osmanlıda Eğitim Kurumları
Üç kıtaya da söz sahibi olan Osmanlı Devleti’nin geniş coğrafi yapısı içinde etnik, din, dil ve yaşadıkları coğrafi bölgelerin özelliklerine bağlı yaşam şekilleri de farklılıklar gösterirdi. Çeşitli özelliklere sahip Osmanlı halkının devletin beklediği insan hâline gelmesi eğitim ve öğretim sayesinde mümkün olabilirdi. Devlet kurumları eğitimli vatandaşların varlığı ile ayakta durabilirdi. Bu yüzden Osmanlıda eğitim son derece önemliydi. Türk İslam eğitim sistemlerini de örnek alarak yeni bir eğitim sistemi geliştirildi, bilim insanlarını korundu ve desteklendi. Osmanlı’nın büyük bir devlet ve imparatorluk olmasında eğitim sisteminin önemi elzemdir.
Osmanlı’da eğitim ve öğretim medreselerde yapılırdı. Verilen eğitim, ortaöğretim ve yükseköğretim olarak düzeylendirilirdi. Medreselerde dinî bilimler yanı sıra tıp, matematik, fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi önemli bilimler de ders olarak verilirdi. Medreselerde yetişenler Osmanlı ilmiye sınıfı içerisinde önemli rollere terfi edebilirlerdi.
Osmanlıda ilk medrese Orhan Bey tarafından İznik’e açılmıştı. İznik fethedildikten sonra buradaki bir kiliseyi camiye ve bir manastırı da medreseye dönüştürdü. Bursa’nın fethinden sonra, Lala Şahin Medresesi yapıldı. I. Murat Dönemi’nde ise Hüdavendigâr Medresesi eğitim hizmetine başladı. Sonraki Osmanlı padişahları dönemlerinde Bursa ve Edirne’de birçok medresenin yapımı tamamlandı. Medreselerde eğitimini tamamlayan öğrenciler müftü, kadı, doktor, astronom, müderris (öğretmen) olarak atandılar. Osmanlıda eğitim sisteminin ilerlemesinde medrese ve âlimlerin haricinde, tekke ve zaviyelerle bulunan ariflerin de büyük katkıları vardır.
Türk Dünyasında Yetişmiş Bazı Bilim İnsanları
Osmanlı medreselerinde ve Türk İslam dünyasında pek çok ünlü bilim kişisi önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bilim insanlarının yetiştirdiği öğrenciler bilim hayatının gelişmesine büyük katkı sağladılar.
Akşemseddin (1390-1459)
Hacı Bayram Veli’nin müritlerinden Akşemseddin ayrıca Fatih Sultan Mehmet’in de yetiştiricisi yani lalasıdır. Akşemsedin, II. Mehmet’e danışmanlık yaparak İstanbul’un fethedilmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. İstanbul’un fethinden sonra camiye dönüştürülen Ayasofya’da ilk cuma namazını şahsen kıldırdı. Akşemseddin, Amasya ve Osmancık medreselerinde tıp, eczacılık ve tasavvuf alanında önemli çalışmalarda bulundu. Bazı hastalıkların tohum adını verdiği çeşitli mikroplardan kaynaklandığını “Maddetü’l Hayat” isimli eserinde yazdı. Yine aynı eserinde, Pastör’den çok daha önce bazı hastalıkların kalıtsal yollar ile geçtiğini belirtti. Akşemseddin, ruh hastalıklarının tedavisiyle de uğraştı ve başarılı sonuçlar elde etti.
Uluğ Bey (1394-1449)
Timur’un torunu ve Timur Devleti’nin dördüncü hükümdarıdır. Uluğ Bey ayrıca matematik ve astronomi alanında Türk İslam dünyası adına önemli çalışmalar yapmıştır. Semerkant içerisinde medrese ve rasathaneler inşa ettirmiştir. 1421 tarihinde tamamlanan Semerkant Medresesi, uzun yıllar eğitim ve bilim merkezi oldu.
Dönemin birçok ünlü bilim insanı burada dersler verdi. İnşa ettirdiği Semerkant Rasathanesi’nde astronomi alanı üzerine dönemin önemli çalışmaları yapıldı. Rasathanede, kullanılan gözlem araçları dönemin şartlarına göre oldukça teknolojik yapıya sahipti.
Burada kullanılan Güneş’in meridyen geçişlerinin ölçüldüğü “meridyen kadranı” kullanılan en önemli araçlardan birisidir. Bu kadran 50 metre yüksekliğindeydi ve gözlemevinin bir parçası olarak yapılmıştı.
Ali Kuşçu (1403-1474)
Ali Kuşçu Semerkant’ta ilköğrenimini aldı. Ardından Bursalı Kadızade Rumî ile Uluğ Bey’den matematik ve astronomi derslerini aldı. Hazırladığı Ay’ın, Toprak Şekillerine Dair Risaleler adlı eserini Uluğ Bey’e sundu. Semerkant Rasathanesinde müdürlük yaptı.
Hocası Uluğ Bey’in, suikast sonucu öldürülmesine üzülen Ali Kuşçu, hacca gitme sebebiyle Semerkant’tan ayrıldı. Tebriz’de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın emrine girdi. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in daveti üzerine İstanbul’a yerleşti. 200 akçe maaşla Ayasofya Medresesi müdürlüğüne getirildi.
Ali Kuşçu, İstanbul yolundayken yazdığı Muhammediye isimli matematik kitabını Fatih Sultan Mehmet’e sundu. Otlukbeli Savaşı sırasında kaleme aldığı astronomiyle kitabına uğur niyetine Fethiye ismini verdi. 1474 yılında ölen bilgin, Türkiye’nin ilk ve gerçek astronomi hocası olma özelliğini taşır.
Osmanlı’da Sözlü Ve Yazılı Kültürün Toplum Hayatına Etkileri
Bir kültürün nesiller arası taşınmasında sözlü ürünlerin büyük bir önemi vardır. Bunlar başlangıçta bir sanatçıya aitken vakitle sanatçının kişilik özelliklerinden sıyrılarak toplumun ortak malı olur. Çünkü sanatçının özelliklerinden sıyrılan eser, toplumun bütün özelliklerini taşır. Ait bulunduğu toplumun inançlarını, geleneğini, dil özelliklerini yansıtır.
Bu yapıtlar yazıya geçirildikleri devresinin bütün özellikleriyle beraber o eserde donup kalır. Sözlü edebiyat İslamiyet’ten önce hareketlenmeye başlamış ve Osmanlı zamanında en iyi haline gelmiştir. Bu türe ait eserlerin yazıya geçirilmesi ile zenginleşmiş halk edebiyatı ve İslamiyet etkisiyle oluşan Divan Edebiyatı, Osmanlı’daki edebi kültürün en güzel örneklerini barındırır.
Türklerin İslamiyet’i kabulünden evvelce dinî törenlerde ve birtakım sosyal etkinliklerde söylenen destanlar, okunan şiirler, sözlü edebiyat mamüllerini oluşturmaktaydı. Yazının kullanılması ve İslamiyet’in kabulüyle bu mamüller ileri yüzyıllara taşınmıştır.
Eski Türk destanlarında, şiirlerinde yer alan yurt sevgisi, kahramanlık gibi temalar Anadolu sözlü kültüründe tekrardan şekillenmiştir. Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmet ve II. Murat gibi padişahlar, sözlü kültür taşıyıcıları olan âşık ve ozanlara yakın ilgi göstermişler; onları bu kültürün korunması amacıyla teşvik etmişlerdir.
Sarayın, bilhassa hanım sultanların himayesinde olan saz şairleri, usta-çırak ilişkisiyle yetişmiş; kahvehaneler, panayırlar ve köy odaları gibi yerlerde okudukları şiirler ve anlattıkları hikâye ve destanlarla sözlü kültür geleneğini yaşatmaya devam etmişlerdir. Askerler arasındaki saz şairleri ise savaşlarda okudukları kahramanlık şiirleri ile orduyu manen güçlendirmişlerdir.
Osmanlı esnaf örgütü içeresinde yetişen saz şairleri ise sözlü edebî geleneği koruyarak âşıklar zümresinin meydana çıkmasını sağlamıştır. Genellikle koçaklamalarıyla tanınmış Köroğlu aynı vakitte en mühim saz şairidir. Köroğlu’nun Bolu Beyi’ne karşı yapmış bulunduğu mücadele; yiğitlik ve kavganın, haksızlığa karşı duruşun simgesi hâline gelerek şiirlere, türkülere husus olmuştur
Edirne ve Topkapı saraylarında yapılan helva sohbetleri de bir başka sözlü kültür geleneğidir. Pek çok etkinliğin yapıldığı bu gelenek uzun süre devam etmiştir. İstanbul dışında şehzadelerin bulunduğu sancak şehirleri Trabzon, Amasya, Manisa başta olmak üzere Edirne ve Bursa gibi eski saltanat şehirleri de edebiyat toplantılarının yapıldığı önemli muhitler olarak karşımıza çıkmaktadır. Şairlerin bir araya gelerek şiir okuyarak ve sohbet ederek edebiyatın gelişimi için önemli rolleri olmuştur.
Sözlü kültür yardımıyla Anadolu halkı yüzyıllar süresince kendi dil, kültür ve beğenilerini koruyup geliştirme imkânı bulmuştur. Toplumsal sevinçler, kederler ve üzüntüler sözlü halk kültürü yardımıyla Osmanlı halkının dayanışma ve kaynaşmasını güçlendirmiştir. Sözlü kültür ürünleri ayrıca halkın ortak duygu ve kanaatlerini dillendirilmesi açısından da Türk kültürünün korunmasında, yaşatılmasında ve yaygınlaştırılmasında önemli bir işleve sahip olmuştur.
Osmanlı’da yazılı kültür ürünleri Eski Anadolu Türkçesiyle XIII. yüzyıldan itibaren verilmeye başlanmış; XIV. ve XV. yüzyıllarda gelişimini sürdürmüştür. Yazılı edebiyatta da varlığını devam ettiren destan geleneği, bu dönemde Battalnameler, Danişmendnameler ve Saltuknameler gibi yapıtlar ile karşımıza çıkmaktadır. Bu destanlar, halk edebiyatı, folklor, dil, tarih vs açısından önemli yer edinmişlerdir. Yazıldıkları devresinin devlet ve toplum yapısı ile ilgili çok kıymetli bulgular içerdikleri gibi, edebî yönden da zengin metinlerdir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından itibaren tasavvuf inanışı toplumda süratle yayılmış ve ilerlemiştir. İslam dininin kavramlarını, kanaat sistemini yansıtan, belli bir tarikata bağlı olan şairler tekke ve tasavvuf edebiyatını oluşturmuştur. Hoca Ahmet Yesevi’nin “hikmet” ismini verilen şiirleri bu edebî geleneğin esasını atmıştır. Yesevi’nin hikmetleri ilahi, nefes, methiye, deme, nutuk, devriye, şathiye gibi türlerle karşımızdadır.
Kaygusuz Abdal ise Alevi-Bektaşi halk şiirinin kurucusu olarak nefes ve şathiyeleriyle ünlüdür. Yine Seyyit Nesimi, tasavvuf inançlarıyla Yunus Emre ile benzerlik gösterir. Sözlü kültür içerisinde mühim bir yeri olan, yukarıda da bahsetmiş bulunduğumuz âşıklık geleneği ürünleri XV. Yüzyıldan itibaren yazıya geçirilmeye başlanmış, bu da Osmanlı’daki yazılı kültüre değişik bir renk kazandırmıştır. Osmanlılarda yazılı kültürün mühim bir kısmını İslam medeniyeti etkisiyle ilerleyen divan edebiyatı oluşturur.
Oğuz Türklerinin Anadolu’da yaptıkları Türk İslam kültürünü tam olarak anlatan divan edebiyatı, Fars ve Arap edebiyatının yazım özellikleriyle gelişmiş klasik Türk edebiyatıdır. Özellikle medrese eğitimi alan, şeriat bilgisine olan, yüksek eğitim almış kişilerce anlaşılabilen bu edebiyata saray edebiyatı yada yüksek zümre edebiyatı gibi isimler de verilmiştir. Saray etrafı ve belirli şehirlerde (Bursa, Edirne, İstanbul) meydana gelen divan edebiyatında; sanat ön planda bulunduğu amacıyla husus değil, konunun işleniş şekli mühim olmuştur.
Soyut anlatım ön plandadır. Böyle olmasının nedeni de tekrar yüksek zümreye hitap ediyor olmasıdır. Divan edebiyatında Arapça ve Farsça kelimeler fazlaca kullanıldığından dili gerektiğince ağırdır. Divan edebiyatında genellikle ilahi aşk, dinî ve tasavvufi hususlar işlenmekle beraber toplumsal hiciv ve mizah türlerinde de mühim yapıtlar verilmiştir. Osmanlı coğrafyasında yazılı kültür, Türk kültürünün korunmasında ve yaşatılmasında mühim bir işleve sahip olmuştur.
Osmanlı’da Şehir Planlaması
Beylikten devlete osmanlı medeniyeti ders notları anlatımımızın içinde en önemli yer tutan konulardan birisi de şehir planlamasın ve yerleşimin şekilleridir. 14-15. yüzyıllar arasında Anadolu ve Rumeli’de hâkimiyet kuran Osmanlı Devleti, daha önceki Türk İslam devletlerinde bulunduğu gibi imar faaliyetlerine büyük ehemmiyet verdi.
Osmanlı kent kültürü, birbirinden çok farklı, etnik, dinî ve ekonomik yapılar üstüne tesis edildi. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet kurduğu Anadolu ve Rumeli’de kent kültürü, Türk ve İslam kültürü başta olmak üzere başka kültürleri de benimseyerek biçimlendi.
Osmanlı Devleti öncelikle, Türkiye Selçuklularının kent mirası üstünde gelişti. Sonraki devirlerde ise kentlere kendi kültürünü yansıttı. Osmanlı Devleti’nde, kent planlamacılığı ticari faaliyetlerin yoğunlaştığı güzergâhlar üstünde kuruldu. Bu özellik ekonomik örgütlenmeyi etkiledi. Osmanlı kentleri genellikle iki parçalı fonksiyonel alana sahipti.
Bunlardan ilki Osmanlı merkezi iş sahası, öteki ise konut alanları idi. Merkezde, çarşı denilen bölgelerde ekonomik, dinî, kültürel detaylı faaliyetler yapılmaktaydı. Bu alan gelişigüzel seçilmiş bir yer değildi. Öyle ki çarşı konumunun belirlenmesinde kale ya da kent surları, mühim yollar ve mühim kültürel alanlara yakınlık belirleyici rol oynardı.
Osmanlı Devleti’nde; cami, bedesten ve imaret klasik devre Osmanlı kent planına hâkim alanlardı. Şehrin asıl merkezini bedestenler oluşturmaktaydı. Bedestenlerin çevresinde ise hanlar bulunmaktaydı. Hanlar yalnızca geceleme ihtiyacını karşılayan yerler değil, aynı vakitte ticari fonksiyonu de olan yapılardı. Şehrin kalbi halinde olan bu mekânlarda kâr getiren faaliyetler dışında; eğitim, sağlık, yardımlaşma ve başka faaliyetleri yapısında bulundurmaktaydı.
Şehir merkezinde tespit edilen başka bir neden ise sağlık, eğitim, kültürel hizmetleri yayınlayan külliyeler idi. Osmanlı kent merkezlerinde tespit edilen büyük camiler genellikle külliye ile bağlantılıydı. Osmanlı kentlerinin mühim yapılarından biri de imarethanelerdi. Yoksul olanlara, medresede eğitim gören öğrencilere, tekkelerde kalanlara, yolculara aş dağıtmak üzere kurulmuş olan yemekhaneler, kamu hizmeti içindeki önemli hayır kuruluşlarıydı.
Osmanlı şehirlerinin fiziki yapısının ikinci XV. yüzyılda bir Osmanlı mahallesi kısmını ise mahalleler meydana getirirdi Mahalle, şehirde birinci bölüm olarak kabul edilmiş çarşı dışındaki kalan tüm yerleşim yerleri durumundaydı. Başka bir deyiş ile mahalle, şehirlerin en küçük yapı taşları olan konut, sokak sistemi ve çeşitli faaliyetlerin gerçekleştiği bölgelerdi. Şehirsel alanın büyük bir kısmı mahallelerden oluşmaktaydı. Mahalle fiziki olmaktan çok sosyal bir birimdi. Mahalleler evlerden meydana gelirdi.
Türk evleri genelde çok katlı değildi. Bu evlerin ilk katı taştan yapıda olup, hizmet verilen kat konumundaydı. Bu katta; depo, çamaşır yıkama yeri, tuvalet ve mutfak yer alırdı. Evin üst katında ise oturma bölümü bulunurdu. Odalar arasında eyvan denilen bir bölüm yer almaktaydı. Eyvan ve odalar sofaya veya hayata (avluya) açılmaktaydı.
Yerleşim alanlarının dışında ise merkez halka rahatsızlık veren endüstriyel faaliyetler ile kırsal kesimle ilişkisi olan zanaatkârlar yer alırdı. Dericiler, boyacılar, kesimhaneler, kasaplar, demirciler, çilingirler, bakırcılar, çömlekçiler, saraçlar, gıda maddesi satıcıları bu alanlarda bulunan esnafların sınıflarıdır. Şehre yeni gelenler, sanayide çalışanlar genelde bu alanda yaşardı.
Osmanlı Mimari Anlayışı
Erken Dönem diye bilinen Osmanlı mimarisinin temel ögesini külliyeler, külliyelerin ana unsurunu ise camiler oluşturmaktaydı. Osmanlı mimarisinde farklı planlarda yapılan çok sayıda cami ön plana çıktmıştır. Osmanlı Erken Dönemi’ne ait ilk başlıca eserler genel olarak İznik, Bursa ve Edirne’de yapıldı.
İznik’te Hacı Özbek Cami, Süleyman Paşa Medresesi, Bursa’da Yıldırım Bayezid Döneminde inşa edilen Ulu Cami, Yıldırım Bayezid Bedesteni, Osmanlı Devleti’nin ilk hastanesi özelliğinde olan Yıldırım Darüşşifası bu dönemin önemli mimari eserleri arasında gösterilebilir.
Osmanlı Devleti’nin kendine özel tarzıyla oluşturduğu Klasik Dönem’e geçiş İstanbul’un Fethi’yle başlamıştır. Osmanlı Devleti, bu dönemde siyasi alanda ulaştığı başarıları sanata da yansıttı. Merkezî kubbeli camilere ilk kez yarım kubbeler eklenerek yeni mimarili camiler yapıldı. Bu camilerin yanına halkın ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak yapılar yerleştirilerek külliyeler oluşturuldu. Bu yapılaşmanın ilk örneği İstanbul Bayezid Cami’dir.
Osmanlı Devleti’nde, XVI. yüzyılda yetişmiş en büyük mimari ustası Mimar Sinan’dır. Mimar Sinan önce Yavuz Dönemi Osmanlı ordusuna katıldı. Kanuni Dönemi’nde, devletin tüm inşaat işlerinden sorumlu olan mimarbaşı kademesinde görevlendirildi. Bu görevini II. Selim ve III. Murat dönemlerinde de devam ettirdi. Dört yüzden fazla eseri mevcuttur.
Osmanlı El Sanatları
Osmanlı Erken ve Klasik Dönemi’nde mimari dışında ahşap ve taş işlemeciliği, dokumacılık, çinicilik ve hat sanatı da önemli gelişme gösterdi. Bu sanat dalları ve özellikleri genel olarak şunlardır:
- Ahşap ve Taş İşlemeciliği
- Dokumacılık
- Çinicilik
- Hat Sanatı
Beylikten devlete Osmanlı medeniyeti konu anlatımı yazımızın sonuna geldiğimizde dönemin siyasi ve ekonomik yapısının yanı sıra sanat ve yapılaşma açısından tüm detaylarını öğrendik. Konuyu çalıştıktan sonra kitaplarınızdaki konu sonu testlerini ve ek kaynaklardan sorular çözmeyi unutmamalısınız. Hepinize iyi çalışmalar.