Felsefe

Siyaset felsefesinin konusu ve problemleri

“Siyaset felsefesinin konusu ve problemleri” konu anlatımı 10. sınıf felsefe ders notları ve kitaplarından faydalanılarak derlenmiştir.

Arapça bir kelime olan “siyaset” teriminin Batı dillerindeki karşılığı Yunancadan alınmış olan “politika”dır. Politika, polis yani şehirle ilgili işler anlamına gelir. Siyaset denildiğinde yönetim, iktidar, egemenlik gibi kavramlar akla gelir.

Siyaset temelde farklı çıkarların, öncelik ve ihtiyaçların temini, ülke/şehir idaresi demektir. Siyaset felsefesi, egemenliğin kaynağı, meşruiyet biçimleri, otorite türleri, ideal yönetim biçimleri üzerinde durur.

Temel amacı siyasal süreçleri, siyasetin kaynağı ve egemenliği akılla temellendirmek, daha yaşanabilir bir dünya için çaba göstermektir. Siyaset, insanlığın en eski etkinliklerinden biridir. Özellikle toprağa yerleşme sonrasında güvenlik, bayındırlık, özgürlük gibi temel ihtiyaçları karşılama amacıyla örgütlenmiş devletimsi yapılarla siyaset önemli bir konu hâline gelmiştir. Devlet, bir ülke üzerinde yaşayan insan topluluğuna dayanan, meşru bir güç kullanımına sahip siyasi ve hukuki örgütlenme biçimidir.

Geçmişten bugüne devletin nitelikleri ve işlevleri değişmiştir. “Devletin kökeni yani var oluş nedeni nedir?” sorusu siyaset felsefesinin önemli bir sorusudur. Devletin insan gelişiminin doğal bir devamı olarak kendiliğinden ortaya çıktığını savunanlar; Platon, Aristo, Farabi ve İbn-i Hâldun’dur. Devletin sonradan belirli görevleri yerine getirmek amacıyla ortak bir sözleşme ile kurulduğunu savunan filozoflar ise T. Hobbes, J. Locke ve J. J. Rousseau’dur.

Siyaset felsefesinin temel soruları

İktidarın kaynağı nedir?” “Hak, adalet ve özgürlük nedir?” “İdeal devlet düzeni olabilir mi?

1- İktidarın kaynağı nedir?

Nerede toplum var ise orada bir iktidar vardır. İktidar, insanların görüş ve düşüncelerini etkileme gücü olarak tanımlanabilir. Devlet bir siyasi organizasyon olarak insanlığın ilerleyen bir döneminde ortaya çıkmış olsa da iktidar, insanların birlikte yaşadığı her toplumda var olmuştur. İktidar, sadece ötekilerin davranışlarını belirleme/etkileme değil aynı zamanda denetim uygulama, kontrol etme ve değiştirme gücüdür.

Devletin olduğu her yerde bir iktidar da vardır fakat iktidar sadece devlete ait bir durum değildir. Örneğin bir aydın, insanların fikirlerini etkileyebilir. Bir gazete, insanların siyasi görüşleri üzerinde etkili olabilir. Bunlar da bir iktidar içerir fakat devletin iktidarı (egemenliği) maddi ve manevi denetim araçları ile insanlar üzerinde kontrol gücüdür.

Yani devletin iktidarı daha geniş bir alanda ve daha güçlü denetim araçlarına sahipken, birey veya toplumsal grupların iktidarı sınırlıdır. Devlet diğer iktidar biçimlerinden farklı olarak meşru güç kullanma tekeline sahiptir.

Onun uyguladığı kontrol meşru bir kontroldür. Modern devletin gelişimi ile birlikte devletin iktidarı da belirli kurallara bağlanmıştır. Buna hukuk diyoruz. Hukuk, devletle toplum arasında güç ve yetki paylaşımı, görev ve sorumlulukların tayin edildiği ortak bir belge işlevi görür. Siyaset felsefesinin temel sorularından biri de iktidarın kaynağı ve meşruiyetin ölçüsünün ne olduğudur. Bu soruya temel olarak üç yanıt verilmiştir: Korunma ve temel ihtiyaçların karşılanması, dinsel meşruiyet yani Tanrı iradesi ve ortak irade yani hukuk ve demokrasidir.

2- Hak, adalet ve özgürlük nedir?

Hak her insanın sadece insan olması nedeniyle sahip olduğu kazanımlardır. Hak; dini, dili, rengi, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun her insanın yapma özgürlüğündeki eylemleri kapsar. Yaşama, mülkiyet, düşündüğünü ifade etme, inanç özgürlüğü, basın özgürlüğü vb. İnsanların sahip olduğu bu haklar, ödev ve sorumluluktan ayrı düşünülemez. Hak sahibi insan bu hakları kullanırken başkalarının haklarına, doğa ve diğer canlılara karşı da sorumludur.

Dünya sadece insanların değil, diğer canlıların da yurdudur. Bu nedenle yaşantılarımızı doğaya, diğer insanlara zarar vermeden gerçekleştirmek, haklarımızın tamamlayıcısı olan sorumluluğu içerir. Hakların kullanımı bu hakları seçebilme iradesine dayanır. Düşünceyi ifade hakkı, önce kendi düşüncemize sahip olma özgürlüğüne dayanır. Özgürlük, dış veya iç baskı olmadan seçimlerde bulunmak demektir. Elbette özgürlük, sınırsız değildir. Özgürlükler, doğa, canlı ve diğer insanlara zarar vermeyi kapsamaz.

Özgürlük hem dışsal baskıdan uzak kalabilmek hem de içeriden bizi yönlendiren, manipüle eden iktidara karşı kendini ifade etmeyi içerir. Adalet kavramı felsefede çok tartışılmış bir kavramdır. Platon’a göre adalet siyasal hayatın en yüce amacıdır.

Hepimizin aradığı şeydir. Bu konuda öncülük edecek olan hakikatin bilgisini doğrudan kavrayan (mağaradan çıkmayı başarabilen) filozoflar olmalıdır. Adalet, hukuka uygunluk olarak tanımlanabilir fakat bu tanım eksik kalır. Çünkü hukuk, adaleti sağlamayabilir. Adalet, herkesin emeğinin karşılığını almasıdır.

Fakat doğuştan insanlar arasında mutlak bir eşitlik de yoktur. Çocuklar, zayıflar, engelliler diğerleri ile eşit koşullarda değillerdir. Bu anlamda adalet, her insanın hak ettiği gibi insanca yaşaması, hukukun eşit bir öznesi olarak hayatını sürdürmesidir.

3- İdeal devlet düzeni olabilir mi? (ütopyalar)

Çoğu insan gibi filozoflar da yaşadıkları dünyadan memnun olmayınca ideal (mükemmel) düzen, devletler hayal etmişlerdir. “Ütopya” adı verilen ve aslında bir yerde olmayan anlamına gelen bu kelime, filozofların zihinsel kurgularına verilen isimdir.

Filozoflar, bu mükemmel düzeni hayal etmekle kalmamış, nasıl olabileceğini de ele almışlardır. Felsefe tarihinde bu tür ütopyalara çok sık rastlanır. Platon’un “Devlet”, Aristoteles’in “Politika”, Aziz Augustinos’ün “Tanrı Devleti”, Farabi’nin “Erdemliler Kenti”, Thomas More’un (Tamıs Mor) “Ütopya”, Tommaso Campenella’nın (Tomaso Kampenella) “Güneş Ülkesi”, F. Bacon’ın “Yeni Atlantis” adlı eserleri bunlardan sadece bazılarıdır.

İdeal bir düzenin mümkün olduğunu savunan filozoflar herkes için geçerli ve mükemmel bir düzeni tasarlamışlardır. Bu görüşte olan filozoflar üç grupta ele alınabilir. Bunlar; liberaller, sosyalistler ve sosyal adaletçilerdir. Liberalizm, ideal düzende insan özgürlüğünü esas almıştır.

İnsanlar özgür olduğunda toplumun gelişeceğini düşünmüşlerdir. Sosyalistler ise eşitliği esas almışlardır. Kapitalizmin neden olduğu sınıf çatışması ve sömürüye karşı insanların millî gelirden eşit pay alması gerektiğini iddia etmişlerdir. Sosyal adaletçi anlayış ise hem özgür hem de eşit olmayı ideal düzenin temel ölçütü kabul etmiştir.

Ütopyalar, çoğu zaman dönemin koşullarını, var olan haksızca tutumlara karşı öfke ve çıkış yolu arayışını da yansıtmıştır. Platon’un “Devlet”i, Atina’nın Spartalılar tarafından işgal edildiği ve Atina demokrasisinin içten içe yozlaştığı bir döneme rastlar. Aziz Augustinos’un “Tanrı Devleti” Roma’nın çöküşü ve dış saldırı altında kalan ve direncini kaybeden insanların ümitsizliğine verilen bir yanıttır.

Ütopyaların genel özellikleri

  • Ütopyalar, ideal toplum ve devlet tasarımlarıdır.
  • Ulaşılması arzu edilen bir toplum modelini konu edinirler.
  • Ütopyalar varolan toplumsal düzenlere eleştirel yaklaşır.
  • Ütopyalar batı felsefesine özgüdürler.
  • İlk örnekleri Rönesans felsefesinde karşımıza çıkar.
Ütopyaların genel özellikleri

Distopya

Ütopyalar” filozofların olmasını hayal ettikleri dünyaları betimlerken “distopyalar”, gelecekte olabilecek baskıcı/totaliter yönetim modellerini tasvir etmiştir. Bilimin hızlı gelişimi de distopyalara verimli bir alan açmıştır.

20. yüzyılda yaşanan savaşlar, insan ve toplumların geleceğini tehdit eden teknolojik gelişmeler, silahlar filozofların kaygılarını artırmıştır. Gelecekte olabilecek kötü durumları hayal ederek eserler yazmışlardır. Distopya adı verilen bu korku ütopyaları insanları gelecekte olması muhtemel kötü senaryolara karşı uyanık tutmayı amaçlamıştır. George Orwell’ın “1984”, Aldoux Huxley’in (Aldos Haksli) “Cesur Yeni Dünya”, Ray Bradbury’nin (Rey Bradböri) “Fahrenheit 451” adlı eserleri başarılı distopya örnekleridir.

Egemenlik sorunu, hak ve özgürlükler

Egemenlik, devletin temel unsurlarından ve onun ayırt edici özelliklerinden birisidir. Devletin oluşabilmesi için toplum üzerinde üstün bir siyasi otoritenin kullanılabilmesi gerekir. Bu anlamda egemenlik, iktidar olmanın ayrılmaz bir niteliğidir.

Egemen, iktidar sahibi olan ve bu iktidarını kimseyle paylaşmayan otoritedir. Max Weber (Maks Veber) egemenliği tanımlarken bunu devletin “fiziksel şiddet tekeline” dayandırır. Yani egemen olma, meşru güç kullanma hakkını tanır.

Tarih boyunca egemen güçler (iktidar/ devlet) otoritesini belirli meşruiyet biçimlerine dayandırmıştır. Max Weber’e göre bunlar; gelenek, karizma ve yasadır. Geleneksel egemenlik kaynağını töre, gelenek ve âdetlerden alır. Töre yasanın kendisidir. Örneğin krallıklarda padişah hanedanlığın, soyun, geleneğin kendine verdiği ayrıcalığı kullanır. Örneğin Habsburg Hanedanlığı, Tudor Hanedanlığı gibi. İnsanlar üzerinde iktidar olan kral, bu hakkı geleneklerden alır.

Gelenek/töre sorgulanamaz. Karizmatik egemenlik özellikle kriz zamanlarında ortaya çıkar. Meşruiyetin kaybolduğu, ülke/milletin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı durumlarda “Tanrı vergisi” nitelikleri ile ortaya çıkan lider, toplumu birleştirir. Yasa koyucu kendidir. Gelenek ve töre onu bağlamaz. Yasayı kendisi yapar.

Karizmatik lider başarı kazandığı müddetçe otoritesi devam eder. Yasal egemenlik ise olağan dönemlere özgüdür. Hak ve özgürlükler yasalar tarafından garanti altına alınmıştır. Kimse keyfi davranamaz. Herkes kendine düşen sorumlulukları yerine getirir. Egemenlik özellikle modern dönemde keyfi, kuralsız değildir.

Devletler iktidarlarını anayasa, yasa ve evrensel hak ve özgürlüklere dayandırmak zorundadır. Basın özgürlüğü, girişim özgürlüğü, mülkiyet hakkı, inancını yaşama özgürlüğü gibi hak ve özgürlükler olağanüstü bir durum olmadığı sürece egemen otorite tarafından da sınırlandırılamaz.

Halk egemenliği düşüncesi, kaynağını Jean Jacques Rousseau’nun “Toplumsal Sözleşme” isimli eserinde bulur. Ona göre genel irade halk iradesi olup bölünemez. Bu irade sayesinde halk egemen güçtür. Egemen gücün kendini belirlemesi ve iradesini açıklaması yasa yoluyla olur. Günümüzde ise egemenlik, devlet iktidar gücünün halkın adına yürütülmesi anlamına gelmektedir. Bu durum ise ancak temsili sistem sayesinde gerçekleşmektedir.

Devlet olmanın en önemli özelliği olarak kabul edilen egemenlik kavramı geçmişten günümüze değişik anlamlar kazanmıştır. Devlete yüklenen üstünlük niteliği günümüzde hukuk devleti anlayışı karşısında değişime uğramıştır. Geleneksel egemenlik anlayışı demokratik devletlerin kuvvetler ayrılığı ilkesiyle uzlaşmamaktadır. Geleneksel egemenlik anlayışında iktidarlar egemenliği tek ve bölünmez bir güç olarak ellerinde bulundurur.

Montesquieu’ya (Montesku) göre yasama, yürütme ve yargı iktidarları ayrı ellerde toplanmalıdır. Yasama, yürütme ve yargı gücünün ayrı ellerde toplanması hak ve özgürlüklerin güvencesidir. Günümüzdeki insan hakları anlayışının temelinde bireyin haklarını devlet karşısında koruma düşüncesi vardır. Bu anlayış birey hakları açısından devletin denetlenmesi gerektiği düşüncesine dayanır.

Birey, toplum ve devlet ilişkileri

Birey, siyasetin öznesidir. Hak ve yetki sahibi, aynı zamanda sorumluluk yüklenen kişidir. Toplum, bireylerden oluşsa da onun da ayrı bir yapısı ve işleyişi vardır. Ne birey toplum olmadan var olabilir ne de toplum birey olmadan. Devlet ise siyaset kurumunun örgütlü, uzmanlaşmış, gücünü yasadan alan meşru güç tekeline sahip yapıdır.

Devlet, birey ve toplum arasında bir denge gözetmek zorundadır. Ne bireyin özgürlüğünü toplumsal çıkarlar için ortadan kaldırabilir ne de bireyin kendi çıkarları için toplumsal bütünleşmeyi tahrip etmesine izin verebilir. Buradaki karşılıklı dengeyi hak kavramı çerçevesinde devlet korumak zorundadır.

İlgili Konular

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu