Platon’un (Eflatun’un) Ahlâk ve Erdem Anlayışı
Eflâtunun ahlâk anlayışı, ilk devrede, tamamı tamamına, Sokrates’in tesiri altındadır. Eflâtun da tıpkı Sokrates gibi, iyiliği bilen kimsenin iyi olduğuna ve iyi eylemlerde bulunduğuna inanın Bundan dolayı, hiç kimse isteyerek kötülük etmez.
Kötülük yahut haksızlık, ancak bilgisizliğin sonucudur. Sokrates gibi, Eflâtunun da bu devrede üzerinde durduğu başlıca nokta, ruhun selâmeti sorumudur. Olgunluk devresine eri şen Eflâtunun ahlâk görüşü ise ideler nazariyesi ile sıkı sıkıya ilgilidir. Bu devrede Eflâtuna göre, gerçek fazilet, gerçek bilgiye dayanır.
Gerçek bilgi ise, idelerin bilgisidir. İnsan ruhunun büsbütün ideler dünyasına yönelmesi ve insanın kendi hayatında da ideler dünyasına göre şekillendirmesi esastır. Eflâtunun ahlâk görüşünde ağırlık noktasını fazilet kavramı meydana getirir. Gençlik diyaloglarında, faziletin yahut da, ayrı ayrı, tek tek faziletlerin özünün neden ibaret olduğu sorusu ortaya atılır. En sonunda, faziletin bir bilgi olduğu düşüncesi ileri sürülür. Fazilet, istenilebilecek şeylerle, istenilmemesi ve kaçınılması gereken şeyler hakkında bir bilgidir.
Böylece, birçok faziletler değil, bir tek fazilet vardır. Bu da doğruyu ve iyiyi bilmek ve buna göre hareket etmektir. Sanki birçok faziletler varmış gibi görünmesi, faziletin, yani doğru ve iyi olan şey hakkındaki bilginin, ayrı ayrı alanlara ve bu alanlarla ilgili olan ayrı ayrı eylemlere göre, ayrı ayrı adlar almış olmasından ileri gelir. Bundan dolayı, bu faziletlerden birine sahip olan kişinin, ötekilerine de sahip olması gerekir.
Eflâtun, olgunluk diyaloglarında, ilkin, Menon ve daha sonra da bütün açıklık ve seçikliği ile «Phaidon» da, gerçek faziletle, alelâde fazileti birbirinden ayırır. Filozofun sahip olduğu gerçek fazilet, iyinin kendinin, güzelin kendinin, âdilin kendinin bilinmesinden, yani idelerin bilinmesinden ibarettir. İdelerin bilgisine ulaşmış olan bilge kişi, faziletin kendisine de ulaşmış demektir.
Alelâde fazilete gelince, bu da gündelik hayattaki «doğru düşüncedir.» gündelik hayatta yerinde sayılabilecek bir eylem, alelâde fazileti meydana getirir. Bundan dolayı, filozofun, adalet, fazilet ve itidal anlayışı ile alenide kimsenin bu kavramlardan anladığı anlam, birbirinden tamamıyla ayrılır.
Eflâtun, devlet diyalogunda en yüksek faziletin adalet olduğundan söz eder. Adalet denilen fazileti kendisinde gerçekleştiren insan, bütün öteki faziletlere de sahip olan en mükemmel insandır.
Böyle bir insan, insanlık idesine en yaklaşmış olandır.
Eflâtunun, ruhu, üç ayrı bölüme ayırdığını biliyoruz. İmdi, gerçek adalet, bu bölümlerden her birinin kendine düşen ödevi yerine getirmesi ve kendi sınırlarını hiç bir vakit aşmaması ile gerçekleştirilebilir. Bu da ancak, aklın, öteki iki bölüme hâkim olması ve ruhun bu iki aşağı bölümünün de, tamamı tamamına, akla boyun eğmeleri ile mümkündür.
Ancak, Eflâtunun ihtiyarlık devri eserlerinde, ahlâk anlayışı bakımından, bazı önemli değişiklikler görülür. Eflâtun, ihtiyarlık devrinde, kesin entelektüalizminden biraz ayrılarak gerçekliğe daha çok yaklaşır. Bu devrede o, ruhun ayrı ayrı kuvvetleri arasında, sürekli bir didişme ve çekişme olduğundan söz eder.
Bu kuvvetler, gerek birbirleri ile gerek içgüdüler ve affektlerle sürekli bir mücadele içindedirler. Eflâtun, bu son devresinde, kötülük hakkındaki görüşünü de değiştirir. Kötülük, yalnız bir bilgi noksanlığından ibaret değildir. Gerçi, Eflâtun, Sokrates’in, kimsenin bile bile kötülük etmediği düsturuna her vakit inanır.
Bununla birlikte, kötülük yalnız, bilgisizliğin değil, belli hastalıkların, vücuttaki bazı zararlı ifrazların da sonucu olabilir. Sonra, yanlış eğitim ve kötü siyası tesirler de bir insanın kötüleşmesinde rol oynayabilirler.
İlgili Konular