Varlığın Mahiyeti Problemi Nedir?
Varlığın mahiyeti nedir? Problemi ile mitolojiler ve gizemci inanışlar da ilgilenmişler ancak bunlar insansı özellikler taşıyan tanrılarla (Zeus gibi) açıklamalar yapmışlardır.
Filozoflar ise doğayı, doğa içinde kalarak anlamak istemişler; varlığın arkasında, gerisinde veya temelinde daima bir şey aramışlardır. Filozofların bu yaklaşımları, varlığı daha doğru ve temellendirerek tanımlama çabasına dayanmaktadır. Şimdi varlığın mahiyeti problemi ile ilgili verilen bu görüşleri açıklayalım:
1- Varlığın mahiyetini “oluş” olarak kabul edenler
İlk çağ filozoflarından Herakleitos (M Ö 540-475)’ a göre dünyada her şey sürekli hareket, değişme ve akış yani oluş içindedir. Ona göre varlığın ilk ana maddesi “ateş” tir. Var olan her şey ateşten meydana gelmiştir. Yine her şey sonuçta ateşe dönecektir. Filozofun “Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz”, “Her şey akar” ifadeleri evrensel değişmeye olan inancını gösterir. A.N. Whitehead ( Vaited,1861-1947)’e göre de evrendeki her şey oluş halindedir. Bir şeyin varoluşu başka bir şeyin sebep oluşu nedeniyledir. Evrendeki varlıkların oluş hâlinde değişimini sağlayan Tanrı’nın yaratıcılık ve süreklilik özelliğidir.
2- Varlığın mahiyetinin maddesel olduğunu kabul edenler
Materyalizm olarak adlandırılan bu görüş maddi bir temele dayanmayan herhangi bir şeyin, gerçekte var olamayacağını savunur.
Materyalizmin ilk temsilcileri İlk Çağ tabiat filozoflarıdır. İlk Çağ materyalistleri, evrenin ana maddesini hep aynı kalan ve her şeyin ondan çıktığını kabul ettikleri bir maddi ana ilke ile açıklamaya çalışmışlardır. Örneğin, Thales’e göre (Tales, MÖ 640-550) varlığın temelinde bulunan bu ilk madde (arkhe) “su” dur. Her şey sudan meydana gelmiştir ve en sonunda yine suya dönüşecektir. Her nesne suyun değişik karışımıdır.
Empedokles’e göre evrenin özünü “toprak, hava, su, ateş” oluşturur. Evrendeki oluş ve değişme bu dört maddenin farklı oranlarda birleşmesinden meydana gelmiştir. Maddesel varlığın oluşturduğu evrenin mekanik bir biçimde hareket ettiğini söyleyen filozoflarda vardır. “Mekanik materyalizm” olarak adlandırılan bu görüşü savunanlardan Demokritos’ a (MÖ460-370) göre her şey atom ve boşluktan oluşmuştur. Boşlukta yer kaplayan fiziksel varlıklar olarak atomlar sürekli hareket halindedirler. Atomlar bir sıra ile birleşerek veya ayrılarak varlıkları oluştururlar.
Demokritos’un atomcu mekanik varlık anlayışını (yani atomu ve boşluğu) reddeden Thomas Hobbes (Tomas Hobs,1588-1679) ise cisimci mekanik varlık anlayışını savunur. Hareketin olabilmesi için evrenin dolu olması gerektiğini söyleyen Hobbes’ e göre her şey maddenin şekil almış türü olan cisimlerdir; cisim ise en, boy ve derinliğe sahip olan yayılımdır.
Mekanik materyalizmin bir diğer temsilcisi de kendisi de bir hekim olan De La Mettrie (Le Matri,1709-1715)dir. Makine mekanik varlık anlayışından hareket eden Mettrie ise insanı bir makineye benzetir. Ona göre bütün ruhsal olaylar beynin ve sinirlerin etkinliğinden kaynaklanır. Bu anlamda insan ile hayvan arasındaki fark nicelikseldir. Maddenin değişimini ve hareketini mekanik değil, diyalektik bir biçimde olduğunu savunanlar da vardır. Diyalektik materyalizm olarak adlandırılan bu görüşün temsilcisi Karl Marx ( Marks,1818-1883)’a göre madde ve ondan meydana gelen dış dünya, insan bilincinden bağımsız olarak vardır. Onun kabul ettiği madde, daha önceki maddeci filozofların maddesi gibi durağan değildir, sürekli hareket ve değişme hâlindedir.
Madde olmadan hareket, hareket olmadan madde olmaz. Evrenin maddi yapısı olmuş bitmiş bir yapı değildir. Ona göre evrende bulunan her şey karşıt güçlerin çatışması ile oluşur.
3- Varlığın mahiyetinin duyu organları ile algılanan nesneler değil zihinsel, akılsal, kavramsal yani soyut bir nitelik olduğunu kabul edenler
İdealizm olarak adlandırılan bu görüş materyalizmin karşısındadır. İnsan düşüncesinden bağımsız bir nesneler dünyasının ya da bir gerçekliğin olamayacağını ileri sürer. İdealizme göre nasıl ki, alfabenin harfleri tek başlarına değil, ancak yan yana gelmeleri ile anlamlı sözcükler ortaya çıkıyorsa maddenin de düzen kazanabilmesi için düşünen ve anlam yaratan zihne ihtiyaç vardır.
Materyalizm gibi idealizmin de kökeni ilk çağlara dayanır. Felsefede varlık sorulabilen en son şey ve o en son şey ise arkasında hiçbir şeyin bulunmadığı bir şey olduğundan idealistler tarafından tanımlanamamış ancak tasvir edilmiştir. Örneğin, ilk çağ filozoflarından Anaksimandros (MÖ 610-545) aperion anlayışıyla soyut, gözlem dışı kuramsal bir öğeyle varlığın kökenini açıklar. Her şeyin kaynağını belirli bir maddeye bağlamayıp “sonsuzluk ve sınırsızlık” tan söz etmiştir.
Ölçülülük, oran ve orantıya ağırlık veren Pythagoras (Pisagor, MÖ 570-495) göre her şeyin aslı sayıdır. Ona göre matematiğin temel ilkeleri aynı zamanda varlığın da temel ilkeleridir.
Platon’a (MÖ 427-342)göre varlığın ana ilkesi akılla düşünceyle kavranan kavramlardır. Platon duyular dünyasındaki gerçekliklerin özünü oluşturan bu kavramlara idea adını verir. İdealar, her biri değişmez bir gerçekliği karşılayan duyular dünyasındaki gerçekliklerin özünü oluşturur. Nesneler dünyasında görülenlerin (taş, ağaç, güzel, iyi gibi) bir ideası vardır ve asıl gerçek idealar evrenidir.Örneğin ağaçlar zamanla yok olsa da bütün ağaçların özelliklerini içinde barındıran “ağaç ideası” kalıcıdır, ölümsüzdür.
Aristoteles (Aristo, MÖ384-322) de hocası Platon gibi varlığın temelindeki ilk madde olarak ideayı kabul eder ancak ona göre idea yada formlar ayrı bir dünyada (idealar dünyasında) bulunmaz, içinde bulunduğumuz dünyadan (nesneler dünyası) gelirler. Asıl gerçek varlıklar nesnelerdir. Biz tek tek nesnelerin içinde yer alan ideaları ya da tümeli, soyutlama, genelleme yoluyla ediniriz. Örneğin “güzel çiçek, güzel çocuk” gibi varlıklardan “güzellik” ideasını elde ederiz.
G.W. Hegel’ e (1770-1831) var olanların temelinde akıl, mutlak zihin veya tin denilen “Geist” vardır. Bu dünyadaki her şey; yani nesneler, bireyler, gerçekleşen olaylar vb. bütünüyle mutlak zihnin farklılaşmış halidir. Hegel, bu farklılaşma sürecinin diya lektik bir şekilde (tez-antitez-sentez) ilerlediğini söylediği için diyalektik idealizmin kurucusudur.
G. Berkeley (1685-1753) öznel idealizmin denilen özne dışında herşeyi reddeden görüşün temsilcisidir. Ona göre herhangi bir şeyin varlığı, zihinde tasarlanıp algılanmasından ibarettir. Berkeley, “Var olmak algılanmış olmaktır” derken, maddenin var oluşunu zihnin var oluşuna indirgemiştir. İslam düşüncesinde ise var olan bütün varlıkların, tek bir iradenin dilemesiyle varlığa geldiği, bir yaratıcının eseri olduğu konusunda İbn-i Sina, Gazali, Farabi, İbn-i Rüşd gibi İslam filozofları görüş birliği içerisindedir. Örneğin, Gazali’ye göre akıl, şeylerin görünüşlerini görür ve bilirken; kalp, şeylerin iç tarafını görür ve bilir. Akıl sonlu olanı kavrarken, kalp içindeki nurdan dolayı sonsuz olanı da kavrar. Farabi’ye göre evrenin yaratıcısı olan Tanrı “vacib ül-vücud” yani zorunlu varlıktır. Tüm diğer varlıklar ise “mümkün ül-vücud” yani olanaklı varlıklardır ve varlıklarını Tanrı’ya borçludur.
4- Varlığın mahiyetinin iki farklı öğeden meydana geldiğini kabul edenler
Materyalizm ve idealizm görüşünün ortasında yer alan bu görüş Düalizm (ikicilik) olarak adlandırılır. Bu görüş modern felsefenin kurucusu Descartes (Dekart,1596-1650) tarafından geliştirilmiştir. Ona göre varlığın birbirine indirgenemeyen madde ve zihin gibi iki temel niteliği vardır.
Descartes’e göre varlığın var olabilmesi için iki farklı işlevi (yer kaplama ve düşünme) yerine getirmesi gerekir. Maddenin özelliği ‘yer kaplamak’, zihnin özelliği ise ‘‘düşünmektir’’. İnsan eylemlerinin pek çoğu maddi boyutu ifade eden beden ile zihin arasındaki işbirliği ile gerçekleşir. Örneğin, bir mimar önce zihninde yapacağı binayı tasarlar sonra yapımına geçer. İnsan zihninin yapıcılığına ve yaratıcılığına vurgu yapan bu görüşe göre dış dünyadaki nesneler fikirlerin cisimleşmiş hâlidir.
Varlığın sabit bir gerçekliğe veya belli bir töze indirgenemeyeceğini ileri sürenler de vardır. Bunlar;
5- Varlığın mahiyeti ne madde ne de ruhtur
Varlığın mahiyeti dış dünyadaki nesne ve olayların insan bilincindeki yansıması ya da görünüşü olan fenomenlerdir. Bu görüşü savunanlardan Edmund Husserl (Huserl,1859-1938) göre biz deneyim ya da duyularımız yoluyla bilebiliyoruz.
Maddenin kendisini ise algılayamıyoruz. Algıladığımız şeyler sadece, maddenin özellikleridir, onun bizdeki görünüşüdür. Aynı şekilde kendi içimize dönüp baktığımızda, ruhumuzu da algılayamıyoruz. Sadece birtakım zihinsel faaliyetlerimizi tecrübe ediyoruz. Oysa varlığın mahiyeti, görünenlerin arkasında bulunan değişmez ‘‘öz’’ lerdir. Bir şeyi o şey yapan temel özellik, varlığın kökeni olan öz ancak bilinçle kavranır. Bir nesnenin özüne ulaşabilmek için önce onun özüne ait olmayan tüm özelliklerin (ilgisiz görüşler, bilimsel ve günlük bilgiler, duyusal yaşantılar, önyargılar vb.) ayıklanması, bir kenara konulması gerekir. Böylece insanın öze ulaşmasını engelleyen, öze ait olmayan öğeler, kısa bir süre için yok sayılır. Bu sayede bilinç, varlığın özünü doğrudan, aracısız olarak kavrar. Örneğin, bir çiçeği düşündüğümüzde çiçeğin olgusal özelliklerini (şeklini, rengini, kokusunu) bir kenara bıraktığımızda bilincimizde, onu çiçek yapan saf özü, idesi kalır.
6- Varlık Varoluştur
F. Nietzsche (Niçe, 1844-1900), M. Heıdegger (Heideger, 1889-1976), Jean Paul Sartre (Jan Pol Sartır, 1905-1980) tarafından temsil edilen varoluşçulara göre, gerçekten bir varlık vardır fakat bu varlık kendi bilincine sahip olan bir varoluştur. 20. yüzyılın filozoflarından J. P. Sartre varlığın mahiyetinin anlaşılmasının pek de kolay olmadığını söyler. O, nesneleri nedensel dünyada, insanı ise özgür bir dünyada açıklamaya çalışır. Bu nedenle iki türlü varlığın var olduğunu kabul eder:
- Kendinde varlık: Maddi dünyadaki her şeydir; beden de dâhil olmak üzere bilinç dışında kalan her şeydir. Örneğin çalışma masamın üzerindeki kalemlik her ne ise odur, olduğundan başka bir şey olamaz.
- Kendisi için varlık: Bilinçli insan varlığıdır. O, kendisini olduğundan başka biri, daha önce olmadığı bir insan hâline getirir. O, bunu bilinci ve özgür seçimiyle başarır. Bununla da kalmaz, varlığa anlam kazandırır.
Görüldüğü gibi konumuzun başında sorduğumuz “bir şeyi tanımlarken onun kendisinden yapıldığı maddeye mi yoksa onun yerine getirdiği işleve mi öncelik verirsiniz? İnsan sadece bedeninden ibaret görülebilir mi?” sorularına verilen cevapları birkaç grupta toplayabiliriz. Bunlar; varlığın maddesel yanına ağırlık veren görüşler, ruhsal yanına ağırlık veren görüşler, hem maddesel hem de ruhsal (düşünsel) yanına ağırlık veren görüşler ile görünenlerin arkasında bulunan değişmez ‘öz’ lere ağırlık veren görüşlerdir.