Türk Müziği Tarihi

19. Yüzyılda Türk Müziği

19. Yüzyılda Türk Müziğinde Değişim ve Gelişim

19. yüzyıl, Osmanlılarda yenileşmenin her yönü ile kendisini hissettirdiği ve İmparatorluğun dünyaya bakışının yavaş yavaş değiştiği bir dönemdir. Bu dönemdeki sanat ortamı hem bu yenileşmeden etkilenmiş hem de değişime katkıda bulunmuştur.

19. yüzyılın başlarında düşünce ve politika dünyasındaki üretkenlik, bütün sanat dallarında etkisini göstermeye başlamış, sanatçıların yaratıcılıklarına ilham vermiş, orta sınıfın kalkınması ile birlikte yeni bir dinleyici kitlesinin doğmasını sağlamıştır. Bunun sonucu olarak sanatçılar, dinleyiciye daha zengin repertuvar sunabilme çabası içine girmiştir. Bu çabalardan etkilenen Türk halk müziği, kırsal kesimin yanında şehirlerde de gelişmeye başlamıştır.

19. Yüzyılda Türk Müziğindeki Gelişmeler

  • 17 ve 18. yüzyılda klasik dönemini yaşayan Türk müziği, 19. yüzyılda romantik döneme girmiştir.
  • Bu dönemde Türk müziğinde lirizm öne çıkmış, melodik yapı kararsızlık göstermiş, armoninin öz yapısı bozularak müzik formları küçülmeye başlamıştır.
  • 19. yüzyıl, Batı müziğinin tanındığı ve Batı müzik tarzının kabul görmeye başladığı bir dönem olmuştur.
  • Batı müziğinde yer alan kanto, opera gibi müzik türleri 19. yüzyılda Osmanlı müzik çevrelerince de tanınmış ve icra edilmiştir.
  • 19. yüzyılda Batı müziği çalgılarından piyano ve keman Osmanlı saraylarında ve saray çevresinde ilgi uyandırmıştır.
  • Batı tarzı müzik, saray dışında da icra edilmiş ve beğeni kazanmıştır.
  • Orkestralardaki yaylı çalgıların sayısı artmış, madenî üflemelilerden trombon, trompet, korno gibi çalgılar orkestraya girmiştir. Bunun yanı sıra orkestralarda vurmalı çalgı grupları zenginleşmiştir. Lavta, bu dönemde en çok kullanılan Batı müziği çalgısı olmuştur.
  • Orkestra yönetimi, başkemancıdan orkestra yöneticisine geçmiştir.

19. Yüzyılda Osmanlı Sarayında Müzik

19. yüzyılda Osmanlı sarayında müzik, Enderun ve haremde icra edilmiştir. Enderun, Osmanlı sarayındaki müzik yaşamının bu dönemde de en önemli kurumu olmuştur. Enderunda padişahın özel hizmetinde olan müzikçiler, IV. Murat zamanında kurulan seferli odasında düzenli olarak toplanmış ve çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Sarayın ikinci müzik eğitimi merkezi olan harem bölümünde, müzik dersleri verilmiş; Türk sanat müziğinin günümüze ulaşan en güzel örnekleri bestelenmiş ve icra edilmiştir. II. Mahmut döneminde de sarayda müzik önemsenmiş, Topkapı Sarayı’ndaki Serdâb Kasrı’nda düzenli olarak fasıl etkinlikleri yapılmıştır. Bu etkinliklere hanende olarak Dede Efendi, Şakir Ağa; tamburi olarak Numan Ağa ve Zeki Mehmet Ağa gibi zamanın değerli bestekâr ve yorumcuları katılmıştır.

19. yüzyıl padişahlarından olan Abdülmecit döneminde Mızıka- i Hümayun’un yöneticisi olan Giuseppe Donizetti (Cuzeppe Donizetti)’nin çalışmalarıyla Batı müziği tekniği, Osmanlı sarayına girmiştir. Giuseppe Donizetti, Osmanlı sarayındaki Türk öğrencilere nota eğitimi vermiş ve İtalyanca şarkılar söylemeyi öğretmiştir. Sarayda bandosunu da kuran Giuseppe Donizetti’ye Abdülmecit tarafından paşa ünvanı verilmiştir. 19. yüzyılda saraydaki bandonun yanı sıra bir de salon orkestrası kurulmuştur. Zamanla gelişen salon orkestrası, İtalyan operalarından parçalar çalarak Batı müziği örneklerini, önce sarayda daha sonra şehirde duyurmuştur.

Jean Etienne Liotard’ın Haremde müzik dersi (Louvre Müzesi, Paris)
Jean Etienne Liotard’ın Haremde müzik dersi (Louvre Müzesi, Paris)

Türk Müziğinin Avrupa Müziğine Etkileri

Türkler, geçmişten bugüne egemen oldukları topraklar üzerinde yaşayan halkları, ilişki kurdukları devletleri, kültür ve sanat alanında da etkilemişlerdir. Osmanlı ordusunun II. Viyana Kuşatması’nda, Avrupalılar mehter müziğini daha yakından gözlemlemişlerdir. Mehterin etkileriyle, Avrupa’da bulunan askerî müzik topluluklarına Türklerin kullandığı vurmalı çalgılar ve bazı temel ritimler alınmıştır. Türklerin yaşama biçimini, geleneklerini ve kültürünü tanıyan Avrupalılar; çalgılarda, çalgı müziğinde, opera ve bale yapıtlarında Türk temalarını işlemişlerdir. Avrupalılar üzerinde Türk kültürünün ve müziğinin bıraktığı etki, Avrupa müziğinde bir Türk modası başlatmıştır. Mehter ögelerinin etkisi, Avrupa’da Alla Turca müzik akımının başlamasına neden olmuştur.

Abdullah Buhari’nin Osmanlı sazendelerinin İngiliz Sarayı’nda verdikleri konser konulu minyatürü
Abdullah Buhari’nin Osmanlı sazendelerinin İngiliz Sarayı’nda verdikleri konser konulu minyatürü

A. Türk Müziği Çalgılarının Avrupa Müziğine Etkileri

Avrupa’da 19. yüzyıla kadar Türklere ait çalgılar arasında, Asya Türklerinin nefesli askerî çalgıları tanınıyordu. Avrupalılar; tunç, bakır ve pirinçten boru üretiminde Orta Asya Türklerinden etkilenmişlerdir. Türkistan’ın büğ borusu, önce Persler ve Araplar aracılığıyla İspanya’ya oradan da Avrupa’nın diğer ülkelerine yayılmıştır. 19. yüzyıl, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’yle ticari ve siyasi ilişkilerini geliştirdiği bir dönemdir. Bu dönemdeki gelişmeler, müzik çalgılarında da kendisini göstermiştir. Türk madenî çalgılarının gelişmiş formu, Avrupalıların ilgisini çekmiştir. Maden sanatında çekiç işçiliğini ilk kez Türklerin ustalıkla uygulamış olması, madenî çalgıların üretimine yansımıştır. 19. yüzyıl Avrupa’sında Türklerin ürettiği zil ve gonglar, Asya ülkelerinde ve diğer ülkelerde üretilenlere oranla daha çok tercih edilmiştir.

19. yüzyılda Avrupa orkestralarındaki obua, Türk çalgısı zurnadan geliştirilmiştir. Türk vurmalı çalgısı davul, Batı müziğinde ilk kez 18. yüzyılda Christoph Willibald Gluck (Kristof Vilibald Gıluk)’un Mekke Hacıları Operası’nda yer almıştır. Wolfgang Amadeus Mozart (Volfgang Amedus Mozart), Saraydan Kız Kaçırma Operası’nda; Ludwig Van Beethoven (Ludvik Fan Betofın), Atina Harabeleri adlı sahne eserinde davul kullanmıştır. Bu yüzyılla birlikte gürültülü ve vurgulu müziğin ifadesinde ve kuvvetli vuruşlarda davul kullanılmıştır. Gioachino Antonio Rossini (Coakino Antonyo Rossini) ve onu izleyen besteciler davulu; top sesleri, gök gürlemesi vb. seslemelerde çokça kullanmışlardır.

Türk Müziği Çalgılarının Avrupa Müziğine Etkileri
Türk Müziği Çalgılarının Avrupa Müziğine Etkileri

Yukardaki görselde yer alan telli, yaylı, mızraplı ve üflemeli Türk müziği çalgıları, tanıtılmak amacı ile 1826’da İstanbul’dan Viyana’ya hediye olarak gönderilmiştir.

B. Türk Müziğinin Avrupa Bestecileri Üzerindeki Etkileri

Birçok Avrupalı besteci, mehterden, mehterin çalgılarından ve ritmik özelliklerinden etkilenmiş, bu etkileri bestelerine taşımıştır. Bunun sonucu olarak Avrupa müziğinde Alla Turca adı verilen bir müzik akımı ortaya çıkmıştır. Osmanlı’nın gönderdiği elçiler, beraberinde bir mehter orkestrası da bulundurmuştur. Bu orkestra, Avrupa’da halka açık konserler vermiş; böylece mehter müziği, Avrupa’da sadece saray çevresinde değil, halk tarafından da sıkça dinlenmiştir. Johann Michael Haydn (Yohan Mikayel Haydın) ve Ludwig Van Beethoven mehter müziğinden etkilenen önemli bestecilerdendir.

Türk çalgısı olan çevganı orkestralarında sıkça kullanmışlardır. Johann Michael Haydn’ın Türk Süiti, Türk müzik kültüründen etkilenerek yazdığı eserlerindendir. Ludwig Van Beethoven, Atina Harabeleri adlı eserinin bir bölümü olan Derviş Korosu’nu, Mevlevi ayininden esinlenerek bestelemiştir. Aynı eserine Marcia Alla Turca adlı bir bölüm de eklemiştir. Türk müziğinden en fazla etkilenen Avrupalı besteci Wolfgang Amadeus Mozart’tır. Bestecinin eserlerinden, Türk Konçertosu olarak da bilinen 5. Keman Konçertosu’nun üçüncü bölümü ile Türk müziği etkisinin daha belirgin yansıtıldığı Do Majör Piyano Sonatı’nın Alla Turca başlığını taşıyan final bölümü sonradan Türk Marşı adını almıştır.

Avrupalı Bestecilerin Eserlerine Yansıyan Alla Turca Unsurlar

  • Avrupalılara gizemli gelen Türk temaları
  • Melodiye eşlik için kullanılan vurmalı çalgılar
  • Forte canlı, vurgulu ve marş karakterli ritmik yapılar
  • Sık motif tekrarları
  • İkili aralıklarla dereceli ilerleyen melodiler
  • Melodilerde sık kullanılan kromatik geçişler
  • Tek sesli melodik yapıda pasajlar
  • Artık ikili ve dörtlü aralıkları içeren melodiler
  • Majör ve minör arasındaki ani ve sık modülasyonlar

C. Türk Müziğinin Avrupa Operasına Etkileri

Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma Operası’ndan bir sahne (Devlet Opera ve Balesi arşivinden) Türk müziği, Avrupa’da önce askerî müziği sonra da sanat müziğini etkilemiştir. Yazılan operalarda Türklerle ilgili konular da işlenmiştir. Georges Bizet (Jorj Bize)’in, Türklerin affedici özelliğini aşk ögesiyle kaynaştırarak yazdığı tek perdelik saray fantezisi Djemileh (Cemile) (1872), Türklerle ilgili konuların işlendiği eserlerdendir. Avrupalı sanatçılar insan sevgisi temasını Türk kültüründe bulmuşlardır. Bu keşifle müzikte hümanizm akımının en somut örnekleri ortaya çıkmıştır. Lessing(Liisin)’in Nathan der Weise eserindeki Saladin ve Wolfgang Amadeus Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma Operası’ndaki Selim, hümanizmi en iyi yansıtan karakterlerdir.

Türk müziğinin Avrupa müziğini etkilemesi sonucu ortaya çıkan eserler 19. yüzyılda çeşitli Avrupalı müzik topluluklarının İstanbul, İzmir ve Selanik gibi kentlere gelmesine neden olmuştur. Bu topluluklar, Türk müziği etkilerinin yer aldığı opera ve operet örneklerini bu şehirlerde sergilemişlerdir. Yabancı opera toplulukları özellikle 1846 – 1885 yılları arasında İstanbul’da sıkça temsiller vermiştir.

Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma Operası’ndan bir sahne (Devlet Opera ve Balesi arşivinden)
Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma Operası’ndan bir sahne (Devlet Opera ve Balesi arşivinden)

‘‘Katıksız bir Batı kültürü yoktur. Doğu’dan alınan ögelerle zenginleşmiş bir sentez vardır ve Türkler bu senteze çok şey katmışlardır.’’

Tochiro Mayazumi Japon besteci, müzikolog

Avrupa Müziğinin Türk Müziğine Etkileri

Avrupalılaşmayı bir devlet politikası olarak uygulamaya koyan II. Mahmut, mehterhaneyi kapatarak Mızıka- i Hümayunu kurmuştur. Sultan II. Mahmut’tan itibaren her padişah için bir marş bestelenmiştir. Bestelenen bu marş, Mızıka- i Hümayun tarafından seslendirilerek padişahın saltanatı süresince imparatorluğun resmî marşı olmuştur. Yapılan bu yenilik askerî müzik alanında sınırlı kalmayarak zamanla bütün Osmanlı Dönemi müzik yaşamında etkili olmuştur.

19. yüzyılda kentsel eğlence müziği Avrupa müziğinin etkilerini taşırken cami ve tekke müziğimiz Avrupa müziğinden etkilenmemiştir.

19. yüzyılda Avrupa müziğinin Türk müziğine etkileri; çalgılarda, nota yazımı ve basımında, müzik tür ve biçimlerinde, teori ve çok seslilikte, seslendirme ve orkestradaki çalgıların sıralanış düzeninde belirgin bir şekilde görülmektedir.

a) Mızıka-i Hümayun

  • Mehterhane; kostüm, donanım ve örgütlenme yapısı bakımından Asakir- i Mansure- i Muhammediyenin yapısına uymadığı düşüncesi ile kapatılıp yerine Mızıka- i Hümayun adlı askerî bando kurulmuştur.
  • 1828’de Mızıka- i Hümayunun başına, İtalyan bando şefi Giuseppe Donizetti getirilmiştir. Bu tercihin en önemli nedenleri, o yıllarda İtalya müzik kültürünün Avrupa’da kabul görmesi ile Giuseppe Donizetti’nin müzik sanatı açısından saygı duyulan bir aileye mensup olmasıdır.
  • Sarayda müzik dersleri de veren Giuseppe Donizetti, İstanbul’da askerî bandoyu ve saray orkestrasını kurmuştur. Bu bando ve orkestranın yanında Mızıka- i Hümayunun yapısı içinde eski ve yeni üslupta fasıl heyetleriyle birlikte müezzinler de yer almıştır.
  • Mızıka- i Hümayun takımına daha sonradan yaylı çalgıların eklenmesiyle senfonik özellik taşıyan ilk Türk orkestrası kurulmuştur. Bu orkestranın kurulması ile günümüzdeki konservatuvarların temeli atılmıştır.

b) Avrupa Nota Yazısının Türk Müziğine Etkileri

18. yüzyılda Türk müziğinde en yaygın kullanılan nota Hamparsum notasıdır. 1828 yılında Mızıka- i Hümayunun başına getirilen Giuseppe Donizetti ile birlikte Türk müziği Avrupa müziğine özgü nota yazısı ile tanışmıştır.

Türk müziğinin makamsal sisteminin Avrupa müziğinin tonal sisteminden farklı olması nedeniyle Avrupa nota sisteminin kullanılmasında sorunlar oluşmuştur. Bu sorunların çözümü için Türk müziğine özgü yeni işaretler geliştirilmiş, Türk müziğinin makamsal yapısına uygun bir nota sistemi oluşturulmuştur. Bu yeni işaretlerle oluşturulan nota sistemi, birçok değerli eserin günümüze ulaşmasını sağlamıştır.

c) Avrupa Çalgılarının Türk Müziğine Etkileri

Avrupa çalgıları geleneksel Türk müziğine, II. Mahmut döneminde girmeye başlamıştır. Bu dönemde geleneksel çalgılarla Avrupa çalgıları bir araya getirilmiştir. Ney ve flüt ile ut ve mandolinin bir arada çalınmasıyla değişik ezgiler oluşturulmuştur. Bununla birlikte Avrupa çalgılarından keman, viyolonsel, lavta, gitar, piyano, trombon ve kastanyet; geleneksel Türk çalgılarından ut, ney, kanun, darbuka ve zil gibi çalgılarla birlikte kullanılmıştır.

Koro ve küçük orkestradan oluşan fasıl topluluğunu, şefin elinde bir çubukla yönetme geleneğinin ortaya çıkması da aynı döneme rastlamaktadır.

ç) Avrupa Müziğinin Tür, Biçim Ve Çok Seslilik Yönünden Türk Müziğine Etkisi

19. yüzyılın ortalarında, saray orkestrasında bulunan İtalyan müzikçiler tarafından Avrupa müziğinde kullanılan tür ve biçimler, geleneksel Türk müzik formlarına uyarlanmaya çalışılmıştır.

Avrupa müziği, geleneksel Türk sanat müziği üzerinde tür ve biçim yönünden etkili olmuştur. Ayin, kâr, beste gibi büyük formlarda bestelenen eserler, şarkı ve oyun havası gibi küçük ve yalın formda bestelenen eserlerin gerisinde kalmıştır. Ayrıca Avrupa kökenli vals, longa ve sirto gibi formlar geleneksel Türk sanat müziği içerisinde yer almaya başlamıştır.
Türk müziğine çok seslilik, 19. yüzyılda Avrupa kökenli sanatçılarla birlikte gelmiştir. Avrupa müziğindeki marş formundan etkilenerek yapılan eserler, Cumhuriyet Dönemindeki senfonik bandoların repertuvarına temel oluşturmuştur.

19. yüzyılda Giuseppe Donizetti’nin Mahmudiye Marşı, Mecidiye Marşı ve Cezayir Marşı; Yesarizade Ahmet Necip Paşa’nın, Hamidiye Marşı ve Mecidiye Marşı; Guatelli Paşa’nın Aziziye, Marşı Sultani Osmaniye, Şevkat Marşı; Klarnetçi Mehmet Ali Bey’in Plevne Marşı ile İzmir Marşı çok sesli (polifonik) müzik anlayışı doğrultusunda yazılmış ilk marş örnekleridir.

19. yüzyılda müzik dünyasının merkezi olan Viyana; vals, polka ve operetlerin başkentidir.

19. yüzyılda Dede Efendi’nin Batı formunda (vals ritmi ile) yaptığı bestenin Gülnihal adlı eser olduğunu biliyor muydunuz?

d) Avrupa Müziğinin Teori Yönünden Türk Müziğine Etkisi

19. yüzyılda Türk müziği Avrupa müziğinin nota ve ton açısından etkisi altına girmiştir. Haşim Bey’in, yüzyıllardan beri kendisini koruyan Türk müziği makamlarının, Avrupa müziğindeki tonal karşılıklarını araştırma gereği duyması müziğimizdeki Avrupa etkisinin göstergesidir.

19. yüzyılda Avrupa’da yapılan teorik çalışmalar, Türk müziğinin geleneksel makam sisteminin tonal sisteme uyarlanmasına ve teori anlayışının değişmesine neden olmuştur. Haşim Bey tarafından 1864 yılında yazılan teori kitabında, 80’den fazla Türk makamının tanımı yapılmış; her makamın Avrupa müziğindeki tonal karşılığını bulma çalışmalarına yer verilmiştir.

Haşim Bey (1815 – 1868)

İstanbul Sarıgüzel’de doğmuştur. Sekiz yaşında Enderuna alınıp Dede Efendi ve Dellalzade İsmail Efendi’den musiki dersleri alarak 1849 yılında Sultan Mecit’e saray müezzini olmuştur. Hem Bektaşi hem de Mevlevi olan Haşim Bey, güzel bir sese sahiptir. Tarz- ı nevin makamını bulan bestekâr; Hacı Arif Bey, Hacı Faik Bey, Salim Bey gibi müzik üstatlarına hocalık yapmıştır. Haşim Bey Mecmuası adlı bir kitabı vardır. Günümüze, yetmiş üç eseri ulaşabilmiştir.

e) Avrupa Müziğinin Oturtum Yönünden Türk Müziğine Etkisi

Çalgıların çeşitliliği, ses genişliği ve tını bakımından insan seslerine olan üstünlüğü düşünülerek bir müzik eserinin seslendirilmesi için çalgıların belli bir düzende sıralanışına oturtum adı verilir. Türk müzik kültürüne oturtum kavramı Avrupa müzik kültüründen geçmiştir.

Bir şefin çalgı topluluğunun önünde durarak konser yönetme geleneği, geleneksel Türk müziğine Avrupa müziğinin etkisi ile yerleşmiştir

19. Yüzyılda Osmanlıda Öne Çıkan Söz Yazarı, Bestekar ve Yorumcular

19. yüzyılda, sanat anlayışının değişmesi ve nota sisteminin gelişmesiyle geleneksel besteleme tekniği değişmiştir. Bu değişim nedeniyle kâr, beste, semai türleri zamanın romantik akımına uymadığı için önemini yitirmiştir. Aşağıda 19. yüzyılda geleneksel Türk müziğinde öne çıkan besteci, söz yazarı ve yorumcular hakkında bilgi verilmiştir.

Tamburi İsak (1745 – 1815)

Yahudi asıllı bestekâr Tamburi İsak, Enderunda tambur hocasıdır. III. Selim’e tambur öğretmiş olan İsak; ayrıca Oksiyam’ı, Zeki Mehmet Ağa’yı, Tamburi Mehmet Ağa’yı yetiştirmiştir. Onun üslubu, öğrencileri vasıtasıyla 20. yüzyıla kadar ulaşmıştır. Tamburi İsak, klasik ekole bağlı kalmıştır. O da Sadullah Ağa gibi, kendi lirik üslubunu klasik anlayış içinde göstermiştir. Şarkılar bestelemişse de asıl başarısını büyük formlarda göstermiştir. Günümüze 37 peşrev, 28 saz semai, 5 beste, 1 ağır semai, 3 yürük semai ve 6 şarkı olmak üzere 80 eseri ulaşmıştır.

Numan Ağa (1750 – 1834)

III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinin ünlü tamburilerinden ve bestekârlarındandır. Saz ve söz eserleri besteleyen Numan Ağa, Enderun’da yetişmiş daha sonra burada tambur öğretmenliği yapmıştır. Yetiştirdiği öğrencilerin en ünlüsü oğlu Zeki Mehmet Ağa’dır.

Günümüze ulaşan saz semai, yürük semai ve şarkılardan oluşan 70‘ten fazla eseri vardır. Rast- ı Cedid faslını Dede Efendi ile birlikte bestelemiştir.

Numan Ağa’nın ‘‘Ben sözüne bağlama bel’’ mısrasıyla aşlayan hicazkâr şarkısının ara nağmesini, Cumhuriyet Dönemi bestekârı, Prof. Dr. Alaattin Yavaşça yeniden bestelemiştir.

Eserlerinden bazıları:

  • Bestenigâr peşrevi
  • Şevkefza peşrevi

Şarkılarından bazıları:

  • Nihavent- ağıraksak: Akıbet viran edip gönlüm felek
  • Tahirbuselik- düyek: Affet a canım ver bize yol

Şakir Ağa (1778 – 1840)

19. yüzyıl klasik Türk müziğinin önde gelen adlarındandır. 12 yaşında kemana başlayan Şakir Ağa, iyi bir hanendedir. Ayrıca tamburi ve kemani olarak da ün kazanmıştır. Musiki dersleri vererek birçok öğrenci yetiştirmiştir.

Bu büyük bestekâr, 1812 yılında 33 yaşındayken ferahnâk makamını bulmuştur. Ferahnâk Makamı Taksimi’ni, Dede Efendi ile birlikte oluşturmuşlardır. Şakir Ağa, ayrıca iyi bir şarkı bestekârıdır.

Basmacı Abdi Efendi (1787 – 1851)

Basmacı Abdi Efendi, sesinin beğenilmesi üzerine III. Selim’in verdiği talimatla Enderuna alınmış bir bestekârdır. Burada aldığı müzik eğitimi sonucunda önemli bir bestekâr olmuş, şarkı formunun olgunlaşmasına öncülük etmiştir. Günümüze 3’ü beste, 10’u şarkı olmak üzere 13 eseri ulaşmıştır. Bunlar, geleneksel özellikte ve teknik bakımdan nitelikli eserlerdir.


İsmail Dede Efendi (Hammamizade) (1778 – 1846)

Hammamizade İsmail Dede Efendi’nin eserlerindeki çeşitlilik, ona ayrı bir ün kazandırmıştır. Ayin, tevşih, ilahi, durak naat gibi… dinî eserler ve kâr, kârçe, kâr- ı natik, beste, ağır semai ve yürük semai, şarkı ve köçekçeler bestelemiştir. İsmail Dede Efendi, Türk müziğinde hemen hemen bilinen bütün formları kullanıp toplumun farklı kesimlerine yönelik eserler bestelemesi yönüyle ünlüdür. Kullandığı müzik formlarının hepsinde çok başarılıdır. Dede Efendi; sultanı yegâh, neveser, sababuselik, hicazbuselik ve arabankürdi makamlarını bulmuştur. Eserlerinin kesin sayısı belli değildir.

Eserlerinden bazıları:

Mevlevi ayinleri:

Saba Ayin- i Şerifi (ilk mukabele tarihi: 18. 11. 1824)
Bestenigâr Ayin- i Şerifi (1832)

Din dışı eserlerinden bir örnek:

Hicaz köçekçe – yürük aksak: Baharın zamanı geldi
a canım (2 kıta)

Tanburi Ali Efendi (1836 – 1902)

19. yüzyılın en önemli klasik Türk müziği bestekârlarından Tanburi Cemil Bey’in öğretmenlerindendir. 1836 yılında Midilli’de doğmuş, 18 yaşında Midilli’den ayrılarak İstanbul’a gelmiştir. Medrese öğreniminden sonra mûsikîye başlamış; Enderûni Lâtif Ağa, Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi Selahaddin Dede, Kanunî Rıza Efendi ile Sütlüceli Asım Efendi’den dersler almıştır. Küçük Osman Bey’den öğrendiği tanburda ise kısa sürede ustalaşmıştır. Öğrendiklerini kendi kabiliyet ve sanat anlayışının süzgecinden geçirerek klasik tanbur icrasının büyük ustalarından biri olmuştur. Sesinin güzelliği ve dinî konulardaki bilgisi ile dikkati çekerek Sultan Abdülaziz zamanında saraya alınmış, 23 yıl sarayda ikinci imam olarak görev yapmıştır. 1885’de İzmir’e yerleşmiş, hayatının son 17 yılını İzmir’de yaşadıktan sonra 1902 yılında 66 yaşında ölmüştür. En içli klasik Türk müziği bestekârlarından biri olarak tanınır. Nota bilmediği için eserlerini oğlu Tanburî Aziz Mahmud Bey notaya almış, günümüze yüz on eseri ulaşmıştır. Şarkılarında genellikle Hacı Arif Bey’in etkisi olduğu kabul edilir.

Eserlerinden bazıları:

Sipihr makamında olanlar;

Açıl ey gonca leb nur eylesin
Derman aramam derdime gözyaşım silemem
Mürg- i evç- i uzletin kevn ü mekân ağlar bana

Suz- i dil makamında olanlar:

Kanı yad- ı lebinle hun- i dil nuş ettiğim demler
Yandıkça oldu suzan kalbi serer feşanım

Neyzen Aziz Efendi (1840 – 1905)

1840 yılında Üsküdar’da doğan Neyzen Aziz Efendi, ilk ney derslerini Kahire (Mısır) Mevlevihanesinde almıştır. Aziz Efendi, İstanbul’a döndükten sonra da uzun yıllar dönemin ünlü ney ustası Salim Bey’den ders almaya devam etmiştir. Yeteneği duyulan Neyzen Aziz Efendi, Galata Mevlevihanesinde neyzen başılık, ardından da Bahariye Mevlevihanesinde neyzen olarak görev yapmıştır.

Ayrıca iyi bir ney hocası olan Neyzen Aziz Efendi’nin öğrencileri arasında; Neyzen Emin Yazıcı, Santuri Ziya Bey ve Rauf Yekta Bey bulunmaktadır.

Neyzen Salim Bey (1829 – 1884)

Musikiyi, Mevlevi tekkelerinden öğrenmiş bir hocadır. Onun yetiştirdiği en önemli sanatçı Neyzen Aziz Dede’dir. Daha çok saz eserleriyle tanınmış bestekârın, günümüze ulaşan 5 peşrevi ve 4 saz semaisi bulunmaktadır.

Kömürcüzade Hafız Mehmed Efendi (? – 1835)

II. Mahmut döneminin en tanınmış bestekârlarından ve hanendelerinden olan Kömürcüzade Hafız Mehmed Efendi’nin, II. Mahmut’a muhasiplik yaptığı bilinmektedir.

Eserlerinden bazıları:

Hüzzam beste (ağır remel): Aldım hayal- i perçemin ey
mah dideme, Neveser beste (berefşan) (Güfte: Enderuni Vasıf):
O Nihal- i nazın aya saran aşinası var mı? Arabankürdi beste
(remel): Dil sayd olamaz, o bir mürg- i hümadır.

Arif Mehmet Ağa (1794 – 1843)

III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinin ünlü tamburi ve bestekârıdır. Kendisine Şirin de denilen Arif Ağa, daha çok Keçi lakabıyla tanınmaktadır. Enderun’dan yetişmiş bir tamburidir. Bestelediği eserlerle ün yapmıştır. Dilküşa ve şevkaver makamlarını bulan bu değerli tamburi bestekârın günümüze sadece bir eseri ulaşmıştır. Bu eser zavil makamındaki saz semaisidir.

Kemani Tatyos Efendi (1858 – 1913)

Ermeni asıllı olan Kemani Tatyos Efendi, İstanbul’da Ortaköy’de doğmuştur. Müziğe kanunla başlamış sonra kemanla devam etmiştir. Elimizde iki peşrev, iki beste, bir ağır semai, bir yürük semai, otuz dört şarkı olmak üzere, kırk eseri bulunmaktadır. Tatyos Efendi, birçok eserinin sözlerini kendisi yazmıştır. İyi bir bestekâr olup üstün bir müzik anlayışına sahiptir. Çağının gerekleri ve sanat anlayışına göre güzel saz ve söz eserleri bestelemiş, eserlerinde makamlarımızın geleneksel anlatım özelliklerini başarıyla uygulamıştır.

Nikoğos Ağa (1836 – 1885)

Sultan Aziz döneminin sayılı bestekârları arasında özel yeri olan Nikoğos Ağa, Ermeni asıllıdır. Dilini ve lehçesini düzeltmek için Türk edebiyatının tanınmış kişilerinden olan Ahmet Vefik Paşa’dan üç yıl boyunca edebiyat dersleri almıştır. Eserlerinde; melodi zenginliği, zarif işleniş, sağlam teknik, prozodi düzgünlüğünün yanı sıra duygusallık ağır basmaktadır.
Türk musiki eserlerini bir araya toplayarak büyük bir nota koleksiyonu oluşturan Damat Müşir Ethem Paşa, Nikoğos Ağa’yı desteklemiş ve koleksiyonundaki pek çok eseri bu değerli müzisyenin sesinden notaya aldırmıştır. Nikoğos Ağa, değerli bir bestekâr ve iyi bir hanendedir.

Şevki Bey (1860 – 1991)

İlköğreniminden sonra rüştiyeye (ortaokul) devam eden ve buradan mezun olan Şevki Bey, sesinin güzelliği ve müzik yeteneği ile dikkat çekmiş ve Mızıka- i Hümayuna alınmıştır. Burada öğretmenlik yapan Hacı Arif Bey’den dersler almış, müzik alanında kendisini geliştirmiş ve Osmanlı Saray Fasıl Topluluğunda hanendelik yapmıştır. Şevki Bey, Saray görevinden ayrıldıktan sonra ölümüne kadar gümrük nezaretinde kâtiplik yapmıştır.

Medeni Aziz Efendi (1842 – 1895)

Medine’de doğduğu için adına Medeni denmiştir. Dinî ve din dışı müziğin her formunda eserleri vardır. Beste ve güfte uyumuna dikkat etmiştir. 1 beste ve 43 şarkı olmak üzere günümüze 44 eseri ulaşmıştır.

Hacı Arif Bey (1831 – 1885)

İstanbul’da dünyaya gelen büyük bestekârımız Hacı Arif Bey, şarkı formunu canlandırarak zirveye çıkarmıştır. Asıl adı Mehmet Arif’tir. Küçük yaştan itibaren sesinin güzelliği ile dikkat çekmiş, aynı semtte oturan Zekai Dede Efendi’den dersler almıştır. Sesini dinleyen ve çok beğenen Sultan Abdülmecit tarafından 19 yaşında Osmanlı Sarayına mabeynci olarak alınmıştır. Kısa bir süre sonra besteleriyle de adından söz ettirmiş, padişahın emriyle Haremde müzik dersi vermiştir. Hacı Arif Bey, kendi şarkılarının da bulunduğu Mecmua-i Arifi adlı bir güfte dergisi yayımlamıştır. Günümüze 337 eserinin notaları ulaşmıştır. 327 eser şarkı formunda, 10 eserinin 6’sı ilahi, 1’i tevşih, 1’i durak, 1’i beste, 1’i de yürük semaidir. Olmaz ilaç sine-i sad pareme en bilinen şarkısıdır.

Olmaz ilaç sine-i sad pareme
Çare bulunmaz bilirim yareme
Baksa tabiban-ı cihan çareme
Çare bulunmaz bilirim yareme

Mahmud Celaleddin Paşa (1836 – 1885)

Önemli bir şarkı bestekârıdır. Şarkılarının ara nağmeleri genellikle Kemençeçi Vasil’e aittir. Günümüze 25 şarkısı ulaşmıştır. Rüştiye ve Darülmaarif okullarını bitirdikten sonra özel öğretmenlerle yetiştirilmiştir. Enderun hocalarından olan Şakir Efendi’den Arapça, yabancı öğretmenlerden de Fransızca öğrenmiştir. Osmanlı Devleti’nde çeşitli memuriyetlerde bulunmuştur. Müzik eğitimini Dellalzade İsmail Efendi’den almıştır. Zamanla geniş bir repertuvar sahibi olduktan sonra kişisel çalışmalarıyla bilgisini ilerletmiştir.

Yaşadığı dönemde yetişen Kemençeci Vasil, Tamburi Cemil Bey, Lemi Atlı gibi birçok sanatçıya destek vermiş, onları himaye etmiş ve sanat birikimlerinden faydalanmıştır. Yaşadığı konak, sanatçılarla düzenlediği müzik çalışmalarıyla bir konservatuvar işlevi görmüştür. Türk müziği çalışmaları kadar olmasa da Batı müziğiyle de ilgilenmiştir. Ünlü bestekârımızın şarkı formundaki eserlerinin güftelerinden çoğu ona aittir. Bestelerinde Hacı Arif Bey ve Şevki Bey’in etkileri görülmektedir.

Zekai Dede Efendi (1825 – 1897)

Klasik Türk musikisinin en önemli bestecilerinden olan Zekai Dede Efendi, Eyüp’te doğmuştur. Babasından hat sanatını öğrendiği gibi amcasından da Kur’an öğrenmiştir. Sesinin güzel oluşu ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Babasından hat icazetnamesi (diploması) almıştır. Ünlü bestekâr ve hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den ders aldığı yıllarda müzisyen olarak ünü yayılmaya başlamış, ilahi ve şarkılar bestelemiştir. İsmail Dede Efendi’yle tanışarak birlikte müzik çalışmalarında bulunmuşlardır.

Kendisinden önceki döneme ait klasik Türk musikisi repertuvarının zamanımıza kadar gelmesinde Zekai Dede Efendi’nin rolü olmuştur. Sait Halim Paşa koleksiyonunun büyük bir kısmını Zekai Dede Efendi okumuş, Nikoğos Ağa da notaya almıştır. Zekai Dede Efendi, Batı notasını öğrenmiş olmasına rağmen Hamparsum notasını kullanmıştır.

6. 19. Yüzyılda Türk Halk Müziği

A. 19. Yüzyılda Semai Kahvehaneleri ve Aşıklık Geleneği

Osmanlıda İstanbul ve diğer büyük yerleşim merkezlerinde âşıklık geleneği devam ederken 19. yüzyılın sonlarına doğru semai kahvehaneleri geleneği ortaya çıkmıştır. Âşıklık geleneğinde âşık, kahvehaneleri gezerdi. Bu kahvehanelerde söz sahibi olan âşıklar, 19. yüzyılın sonlarına doğru sanatlarını gezme gereği duymadan semai kahvehanelerinde icra etmeye başlamışlardır. Meydan şairleri de denilen bu tarzın temsilcileri, semai kahvehanelerinde mani, destan, koşma, divan, semai, kalenderi gibi türlerde, saz eşliğinde şiirler söylemişlerdir.

19. yüzyıldaki Batıya açılma düşüncesi, Türk sosyo-kültürel yapısını belirleyen kurumları da etkilemiş, onları değişime uğratmıştır. II. Meşrutiyet ile basın üzerindeki sansürün kalkması ve matbaanın yaygınlaşması, sözlü kültür ortamının ürünü olan âşıklık geleneğini olumsuz yönde etkilemiştir. Tiyatro kumpanyalarının faaliyetleri gibi yeni eğlence anlayışları karşısında semai kahvehaneleri, işlevlerini kaybederek birer birer kapanmışlardır.

19. yüzyılda, ustadan öğrendiği üslubu çırağın devam ettirmesine, âşık kolu denilmiştir. Zamanla aynı üslubu devam ettiren âşıklar bir gelenek oluşturmuştur. Âşıklık geleneğinde önemli rolleri olan âşık kolları bu dönemde gelişmiştir. Âşık kollarından Emrah kolu, Ruhsatî kolu, Şenlik kolu, tekkelerin kurulduğu ve geliştiği şehir ortamında 19. yüzyıl sonlarına kadar geleneksel tavırlarını sürdürmüşlerdir. Tüm bu yeniliklere karşın âşık şiiri, 19. yüzyılda önemli bir gelişme gösterememiştir.

19. yüzyılda İmparatorluğun parçalanması, siyasi ve sosyal değişimler âşık şiirinin konularını etkilemiştir. Toplumun farklı kesimlerinde ve kurumlarında görülen köklü değişimlerden biri de 19. yüzyılda Tanzimat’la ortaya çıkmıştır. Tanzimat’la birlikte, aydınlar arasında halk edebiyatına gösterilen ilgi artmışsa da bu ilgi sürekli olmamıştır.

19. yüzyıl İstanbul’unda âşık edebiyatının gelişimi için çok uygun bir çevre oluşmuştur. II. Mahmut, âşıkları himayesi altına almıştır. Padişahın bu tutumu âşıklık geleneği ve âşık edebiyatının yeniden canlanmasını sağlamıştır.

B. 19. Yüzyıl Saz Şairlerimiz

19. yüzyılda Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Dertli, Kayserili Seyrani, Tokatlı Nuri gibi saz şairleri, geniş bir çevrede beğeni ve ün kazanmıştır. Bu saz şairlerinin eserleri, Anadolu’nun her tarafında hatta İstanbul’un edebî çevrelerinde de başarılı bir şekilde sergilenmiştir. Bu dönemde ünlerini daha çok, yetiştikleri memleket çevrelerinde ve gezip dolaştıkları yerlerde duyuran yöresel saz şairleri de vardır. Ruhsati, Sümmani, Gedayi, Lütfi, Süruri, Zülali, Ceyhuni, Kemali, Nazi, Tıfli gibi saz şairleri bu âşıklardandır.

19. yüzyıl saz şairleri hem divan edebiyatı hem de tekke edebiyatının etkisinde kalmışlardır. Bektaşi tarikatına bağlı oldukları veya bu tarikata sevgi duydukları şiirlerinden anlaşılmaktadır. Şiirlerinde aşk, özlem, tabiat güzellikleri, gurbet vb. konuların yanı sıra Anadolu halkının yaşam koşullarının zorluğunu da dile getirmişlerdir.

19. yüzyıl şehir yaşamının ortaya çıkardığı saz şairleriyle yarı göçebe yaşamın ve yöresel şartların ortaya çıkardığı saz şairleri arasında büyük bir fark vardır. Şehir saz şairleri, daha çok divan şairlerine benzemeye ve yaklaşmaya çalışırlarken yöresel saz şairleri, geleneksel bir üslupla şarkı söylemişlerdir. Eserleri ve kişilikleri, genel karakterleri itibariyle birbirine benzeyen bütün bu saz şairlerinden başka, güneydeki Türkmen aşiretleri arasından yetişmiş Dadaloğlu, Deli Boran, Gündeşlioğlu, Beyoğlu gibi saz şairleri de vardır.

Bu saz şairleri;

1. Şiirlerinde Karacaoğlan geleneğini takip ederler.
2. Halk zevkine ve halk edebiyatına daha yakındırlar.
3. Aruz ölçüsünü ve saz şairlerine mahsus nazım şekillerini kullanmazlar.
4. Divan edebiyatı etkisinden uzaktırlar.
5. Dillerinde yabancı sözcükler yoktur.

Âşık Dertli (1772 – 1846)

Asıl adı İbrahim olan Âşık Dertli, Bolu’da doğmuştur. Mahlası Lütfi’dir. Sıkıntılı yaşantısı nedeniyle Dertli diye anılmıştır. Bir dönem Bolu’da yaşamış ardından tüm Anadolu’yu dolaşmıştır. Dertli’nin eserleri halk arasında büyük ilgi görmüştür. Ankaralı şair Sadullah İzzet Efendi’nin Dertli hakkında uzun bir manzum menkıbe yazmış olması, onun ününün önemli bir kanıtıdır. Hem hece hem aruz ölçüsünü kullanmıştır. Fuzuli’nin etkisi altında kaldığı, aruz ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde açıkça görülmektedir. Dertli’de, bunun dışında Bağdatlı Ruhi, Nedim, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Âşık Ömer ve Gevheri’nin etkilerini görmek mümkündür. Bir saz şairi olan Dertli, ayrıca zengin bir divan ve tekke edebiyatı birikimine sahiptir. Çaldığı saz olan bağlamayı anlattığı Şeytan Bunun Neresinde şiiri, halk edebiyatının günümüzde de çok bilinen bir eseridir.

Erzurumlu Emrah (? – 1860)

Erzurum’un Tambura köyünde doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Erzurum’da medrese eğitimi görmüş, saz çalıp ustasının şiirlerini söyleyerek âşıklığa başlamış, sonra da kendi deyişlerini söylemiştir.

Emrah, âşıklık geleneğinin bütün özelliklerini taşıyan bir şair olarak şiirlerinde aşk, gurbet, sıla özlemi, yazgıdan yakınma gibi konuları işlemiştir. Duyarlı ve coşkulu söyleyişiyle dikkat çekmiştir. Divan edebiyatını da öğrenmiş ancak bu tarzda çok az şiir yazmıştır. Aruzlu şiirlerinden bir bölümü 1916’da Erzurumlu Mehmet Abdülaziz Efendi tarafından Divan- ı Emrah adıyla yayımlanmıştır.

Bayburtlu Zihni (1795 – 1859)

Bayburt’ta doğmuş, Rus Harbi’ne katılmıştır. Çeşitli kültür çevrelerinde bulunmuş, iyi bir eğitim görmüştür. Bayburtlu Zihni, şiirlerinde hece ve aruz ölçüsünü kullanmıştır. Daha çok divan şairi olmak kaygısı gütmüş ancak heceyle söylediği şiirleriyle (koşma ve destanlar) üne kavuşmuştur. Divan şiirinin birçok nazım şeklinin içinde yer aldığı bir Divan’ı ve başından geçen olayları anlattığı Sergüzeşt-name adlı bir mesnevisi bulunmaktadır.

Tokatlı Nuri (1820 – 1882)

Tokat’ta dünyaya gelmiş, Erzurumlu Emrah’ın öğrencileri arasında yer almıştır. Erzurumlu Emrah’la birlikte Anadolu’nun birçok şehrini dolaşmış, âşık fasıllarına katılmış ve ünü yayılmıştır. Ceyhuni, Gayreti gibi genç çırakları etrafına toplamıştır. Eserlerinde Erzurumlu Emrah’ın etkisi vardır.

Ispartalı Seyrani

Doğum ve ölüm tarihi bilinmemektedir. Kayserili Seyrani kadar ün kazanmasa da 19. yüzyılın önemli saz şairleri arasında yer almıştır. Vaka- i Hayriye, Seyahat, Vücutname adlı destanları bulunmaktadır.

Ruhsati (1835 – 1911)

Asıl adı Mustafa olan şair, Sivas’ın Deliktaş köyünde doğmuştur. Ruhsati, 12 yaşında öksüz ve yetim kaldığı için iyi bir eğitim alamamıştır. Şiirlerinde Ruhsat Baba, Âşık Ruhsat, Ruhsat ve çoğunlukla Ruhsati mahlasını kullanmıştır. Atışma geleneğinde oldukça ünlü bir şair olan Ruhsati aruz ölçüsüyle şiirler yazmış olsa da asıl başarısını hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde göstermiştir. Dili oldukça sadedir. Köy şairi olduğu için şiirlerinde çok fazla mahallî kelime kullanmıştır. Şiirlerinde halkın duygu, inanç, düşünce ve sıkıntılarının yanı sıra aşk, tabiat ve gurbet gibi konuları işlemiştir. Aşk konulu şiirlerinde hem ilahi hem de beşerî aşkı ele almıştır. Taşlama şiirleri oldukça fazladır.

Seyrani (1807 – 1866)

Kayseri’ye bağlı Everek’te doğmuştur. Bir süre İstanbul’da bulunsa da yazdığı bazı hicivlerin etkilerinden korkup tekrar memleketine dönmüş ve orada ölmüştür. Halk arasındaki menkıbelerden yoksul bir yaşam sürdüğü anlaşılmaktadır. Eserlerinde aruz ölçüsünü başarılı bir biçimde kullanmış olsa da asıl edebî başarısını hece ölçüsüyle yazdığı âşık tarzındaki manzumelerinde göstermiştir. Bektaşiliğin etkisinde kalmıştır.

Seyrani, devrindeki gelişmeleri yakından takip etmiş, yanlışlıkları eleştirmiş, şiirlerinde kendisinden önceki ozanların alışılmış konu sınırlarının dışına çıkmıştır. Olaylara genellikle eleştirel gözle bakmış ve halkın sesi olmaya özen göstermiştir.

Şiirlerinde zengin konular işlemiştir. Şiirlerini daha çok hece ölçüsüyle yazmıştır. Asıl ününü hece ölçüsüyle yazdığı koşma, semai, destan, nefes ve şathiyeleriyle kazanmıştır. Şiirlerinde daha önce kimsede rastlanmayan kafiye yapılarına yer vermiştir. Özellikle Orta Anadolu’da büyük ün kazanmıştır.

Dadaloğlu (1785 – 1868)

19. yüzyıl saz şairlerinden olan Dadaloğlu Türkmenlerin Avşar boyundandır. Asıl adının Veli olduğu ‘‘Veli’m eydur usul boyu dal gibi / Altım heril, kesme kekil tel gibi’’ ya da ‘‘Veli’m der ki işim ah ü zar m’ola / Aşk kemendi boynumuza dar m’ola’’ dizelerinden anlaşılmaktadır.

Onun şiirlerinde temel konu kahramanlıktır. Türk halk edebiyatında cenk (savaş) ozanı denince Köroğlu ile birlikte akla Dadaloğlu gelir. Dadaloğlu, göçebe bir toplumun içinden çıkmıştır. Dağlara, yaylalara, soğuk pınar başlarına, kamalaklı, karaardıçlı yurtlara vurgunluğu yaşamının toplumsal gereklerinden kaynaklanmaktadır.

Göçebe toplum içerisinde olması onu, aydın-şehirli sanatçıların süslemeli dillerine karşı özenti içerisinde olan çağdaşlarından ayırmış, halk şiiri geleneğinin güzel örneklerini vermesini sağlamıştır. Şiirlerinin yanı sıra adının geçtiği, kahramanın Dadaloğlu olduğu, Dadaloğlu ile Kral Kızı, Dadaloğlu ile Emmim Kızı, Hurşit ile Mahmihri, Hasan Paşaoğlu Kozanoğlu Döğüşü ve Avşarların Tecirliler ve Ceritliler’le Kavgası adlı halk hikâyeleri de vardır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu